19 Kasım 2016 Cumartesi

Debibü’l-neml

Israr edilen küçük günahlar küçük, istiğfar edilen büyük günahlar büyük değildir." fehvasınca büyük günah hâlini alır. "Ben şurada iyi bir namaz eda edeyim de görsünler bakalım namaz nasıl kılınırmış!" veya "Şurada güzel bir va’z u nasihat edeyim de!.." demeniz, içinizden geçirmeniz debibü’l-neml’dir. Ömer b. Abdülaziz’in valilerine yazdığı bazı mektupları "belâgatlı ve âdalı bir dil kul andım, içime gurur geldi" diyerek yırtıp attığı anlatılır. Demek o hassas insan içindeki debibü’n neml’i keşfetmiş.
Evet bu ve benzeri basit, küçük, ehemmiyetsiz görülen şeyler Al ah ile aramıza girer, haylûlet eder, gölge olur ve neticede Al ah’ı sıfat, zat ve esmasıyla tam olarak göremez ve bilemez oluruz. Bunun tabi  sonucu olarak da istifade azaldıkça azalır.
Osmanlı, insanların bu türlü vartalara düşmemesi icin bazı tedbirler almış. Mesela sadaka taşları bunlardan birisidir. Veren verdiğim görünmesin diye gecenin zifiri karanlığında gider vereceği şeyi oraya koyar, böylece riyaya kapı açmaz. Muhtaç olan da yine zifiri karanlıkta gider ihtiyacı kadar alır ve zil et yaşamaz, minnete altına girmez. Büyük bir seferden dönen padişahın şehre gece girmeyi tercih etmesi, yatağının dehlize serilmesini istemesi de basit şeyler değildir. Demek bu kadar debdebe ve ihtişam, bu ölçüdeki güç ve kudret onlara Al ah’ı unutturmamış. Efendimiz’in kadem-i mübarekinin izini alnında bir sorguç gibi taşıyan Sultan Ahmet’in, kendi adını verdiği cami n inşasında bir taraftan bir ırgat, bir amele gibi çalışması, diğer taraftan göz yaşları içerisinde
"Allahım! Ahmet kulunun işlerine riya karıştırma!" diye dua dua yalvarması önemsiz bir hadise değildir. Demek Osmanlı, kendi olduğu dönemde tavandan tabana tevhid-i ulûhiyet ve rububiyete aykırı, gizli şirki işmam eden gurur kibir, benlik, enaniyet, riya ve süm’a gibi davranışlardan uzak durarak imanlarının selametlerini korumaya çalışıyorlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder