Bakın tarihe, kocaman Devlet-i Aliye’yi
tenperverlik yıkmıştır, rahat tutkusu, çalım-çaka yıkmıştır. Beli bir devreden sonra orduların önünde kimse
yoktur, büyük komutanlar cephede yoktur. Sanki onlar ölse gitse dünya yıkılacak. Kadavralaşma dönemimize ait utandıran fotoğraflar bunlar. Halbuki Alparslan’dan Selahattin’e, Murad Hüdâvendigâr’dan Yavuz’a kadar herkes cephededir, askerlerinin önünde, ölüm kuşağında düşmanla karşı karşıyadır.
Bence kadavralaşmamak için işi sıkı tutmak, beslenme kaynaklarını şuurluca okumak, beyin fırtınası yapmak, müzakere etmek şart. Meşru olsa da gereksiz alışkanlıkları azletmek, kapıdan kovmak ayrı bir şart. Bir ölçüde kendi hayatını daraltmak demektir bu, ama yaşatmak için başka çare yok. Öncekiler de hep böyle davranmış.
Kitaplarımızda da böyle okuyoruz: Mesela, Sav köyünde bin kalem eserleri yazıyor, teksir ediyordu. El eri saban, pul uk, yaba, orak tutan bu insanlar boş zamanlarında el erine kağıt-kalem alıyor, önlerine koydukları şablona bakıp bakıp yazıyorlar. Ne acayip bir azim, bir kararlılık, bir heyecan, bir aşk bu. Katışıksız, dupduru bir saffet bu.
Sahabe ile karşılaştırılınca belki yarı saffet dönemi. Yarı saffet ama anilmerkez hareketin hızının kesilmediği, Bediüzzüman’ın suya attığı taşın halkalarının dalga dalga yayıldığı dönem. Zor şartların yaşandığı bir dönem..
evlerin kapılarının önünde sürekli polislerin gezdiği, bu yetmiyormuş gibi karşı caddelerden evlerin kiralanıp ajanların yerleştirildiği, haftada bir baskınlarla herkesin derdest edilip götürüldüğü bir dönem.
Hâsılı; Al ah bize liyakat ihsan eylesin. İç kargaşalardan korusun. Alışkanlıklarına esir olanlar gibi değil de saffet dönemi insanları gibi bir hayat yaşamayı nasip eylesin.
19 Kasım 2016 Cumartesi
Kadavralaşmamak
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder