İnsan kendini müzekkâ (tertemiz, yanılmaz-aldanmaz) zannetmemeli ve her türlü fevkalâdeliği sahiplenmeyerek O’na vermeli; vermeli ve Al ah’a karşı samimiyet soluklamalı. Zira insan yüreği samimiyet hisleri ile dolu değilse, kul uğunun içine başka şeyler karıştırıyorsa, ihsan edilen o güzel ikler aslında bu riyakar ve münafığı batırmak içindir. Yarım yamalak, sûrî (görünüşte) bir imanı vardır, liyakatı yoktur, üzerine giydiği üniformanın hakkını veremiyordur, dolayısıyla da Al ah elinden alır o imanı. Güzel şeyler gibi fenalıklara karşı da böyle hissettiğimiz ama isim koyamadığımız şeyler vardır. Aniden, hiçbir sebep yokken insanın içini fena şeyler kaplayıverir. Gördüğünüz bir nesne sizi birden bire öyle bir noktaya, öyle bir mülahazaya iter ki batabilirsiniz orada. İnsanı alıp başka rıhtımlara, geriye dönemeyeceği sahil ere götürür bunlar. Onun için Efendimiz (sal al ahu aleyhi vesel em) mealen "sizi fenaya çağıran bir tedai ile karşı karşıya kaldığınızda kendinize gelin, hemen tövbe edin" buyuruyor. Psikolojide de yeri vardır bunun: psikologlar bu durumlarda hal ve tavır değişikliği yapmayı öneriyor.
Evet;
“İsyan deryasına yelken açmışım
Kenara çıkmaya koymuyor beni.”
İsyan deryasına yelken açmalar hep böyle başlar. Başlangıçta açı çok dardır, farkına varamaz insan. Ayağında parmak ucu kadar bir yer tutar, fakat zamanla ayak izine ulaşır. Sonra adım genişliği, derken gözünün kestiremeyeceği kadar bir açı meydana gelir.
Durması gerektiği yerden o kadar uzaklaşır ki geriye dönmek istese de dönemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder