Zaman ve mekânın yegâne sahibi Allah’tır (celle celâluhu). Hüküm de O’na aittir. O hâlde neticeye karışmak bizim işimiz değildir. O’nun hakkımızdaki hükümlerini takdirle karşılamalı;
“Gelse celâlinden cefâ,
Yahut cemâlinden vefa;
İkisi de câna safâ,
Lütfun da hoş, kahrın da hoş.” (İbrahim Tennûrî)
anlayışıyla hareket edilmelidir.
Bazen celâlden cefa, bazen de cemâlden safa gelebilir; bunların ikisini de bir bilmeli, ne safa ile sevinmeli ne de cefa ile yerinmelidir. İnsan, “Ne yaptım da bunlar başıma geldi? Bu ıztıraplar, sıkıntılar, dedikodular, çekememezlikler, hazımsızlıklar neden hep beni buluyor?” dememelidir. Bu konuda Alvar İmamı’nın inciden daha parlak şu ifadeleri ne kadar güzeldir:
“Âşık der inci tenden,
İncinme incitenden,
Kemâlde noksan imiş,
İncinen incitenden.”
Evet ille de ötede bir kemâl beklentiniz varsa, dünyevî şeyler açısından burada kemâle talip olmak, kemâlsizlik emaresidir; halkın alkış ve takdirini bekleme gibi arzular, ahiret adına birer iflâs ve kayıp yatırımıdır. Konuyla ilgili ibretlik şöyle bir kıssa zikredilir:
Allah’ın salih kullarından birisinin hanımı, maişet darlığı yüzünden kocasına dert yanar. Ondan, bu hâlden kurtulmaları için dua etmesini ister. Salih zat da hanımını kırmaz, dua eder ve duası kabul olur. Birden yanlarında altından bir kerpiç belirir. Salih zat, hanımına, “İşte,” der. “Bu, bizim Cennet’teki köşkümüzün bir kerpicidir.” Bunun üzerine söylediklerine pişman olan o mübarek hanım, kocasına, “Gerçi çok muhtacız ve âhirette de inşaallah böyle çok kerpiçlerimiz olacak. Fakat bâkî bir âlem olan âhirette elde edeceğimiz bir mükâfat, bu fânî dünyada zâyi olup gitmesin, Cennet’teki köşkümüzden bir kerpiç noksan olmasın. Onun için sen dua et, bu kerpiç yerine gitsin.” der. Hanımının bu samimî isteği üzerine o salih zat tekrar dua eder, birden o altından kerpiç gözden kaybolup yerine gider.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder