İnsanı tanımada Hazreti Ömer’e (radıyallâhu anh) isnat edilen şu hâdise bize bir bakış açısı verebilir:
Şöyle ki, yaşanılan hâdiseye göre, şâhitlikte bulunan bir kişiye Hazreti Ömer: “Ben seni tanımıyorum. Fakat benim seni tanımamam sana zarar vermez. Dolayısıyla seni tanıyan birisini getir.” der. Orada bulunanlardan birisi: “Ben onu tanıyorum ya Emîre’l-mü’minîn!” deyince, Hazreti Ömer: “Onu neyiyle tanıyorsun?” diye sorar. O da, “Onu adalet ve faziletiyle biliyorum.” cevabını verir. Bunun üzerine Hazreti Ömer, adama üç soru daha sorar: “O adam, gecesini-gündüzünü bildiğin ve girip-çıktığı yerden haberdar olduğun çok yakın bir komşun mudur? O adam, kişinin takvâsını ortaya koyan, dinar ve dirhemle alış-veriş yaptığın bir kimse midir? O adam, insanın güzel ahlâkını anlamayı sağlayan bir yolculukta arkadaşlık ettiğin biri mi?” Bütün sorularına, “Hayır.” cevabını alan Hazreti Ömer: “Sen onu tanımıyorsun.” der ve adama dönerek: “Git, seni tanıyan birisini getir.” buyurur. (el-Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr 16/180)
Bu hâdiseden de anlaşılacağı üzere birinci olarak, bir insanı tanıdığını söyleyebilmek için evvelâ onun gündüzleri ne işle meşgul olduğunu, gecelerini nasıl değerlendirdiğini; her gün yaptığı işlerin muhasebesi adına nasıl yanıp tutuştuğunu, hayaline gelip bulaşan ve hakikatte öyle olmasa bile onun “olumsuz” saydığı şeyler karşısında dahi bin kez“estağfirullah” deyip inlediğini bilebilecek kadar beraber bulunmak lazımdır.
İkinci olarak, onunla birlikte yolculuğa çıkmalı, yolculuğun meşakkatine beraber katlanılmalıdır. Bir mefkûre uğruna dünyanın çeşitli yerlerine birlikte seyahat etme ve haccın zorluklarına birlikte göğüs germe de bu çerçeve içinde değerlendirilebilir. Zira insanların ne kadar halim selim davranabildikleri ya da zorluklara dayanamayıp öfkeye kapıldıkları, muvazenelerini kaybedip bir kısım depresyonlara girdikleri veya metanetlerini korudukları ancak böylesi yolculuklarda ortaya çıkabilir. Aksi hâlde, söz konusu meşakkatlere birlikte göğüs germeden, o insanların yeterince tanındığı söylenemez.
Üçüncü olarak, alış-veriş yapma ki insanlar, kılı kırk yararcasına ihkâk-ı hak etmeye matuf müspet veya menfi düşüncelerini ancak ticarette gösterebilirler. Dolayısıyla insanlarla bu anlamda bir ticaret yapılmamışsa, onların bu husustaki hassasiyetleri bilinmiyor ve yeterince tanınmıyorlar demektir.
Bir insanı tanıma adına burada sayılanlara ilâve olarak, hapishane gibi kapalı alanlarda hayatı paylaşma hususu da zikredilebilir. Zira insanların küçücük meselelerde dahi nasıl birbirleriyle tartıştıkları, en akıllı ve ağırbaşlı insanların bile yapılan muameleler karşısında nasıl depresyonlara girip âdeta felç hâline geldiklerinin açıkça görülebileceği yerlerden birisi hapishane ortamıdır. Bunu, o ortamı yaşama tecrübesi olanlar iyi bilir. Dolayısıyla böyle bir ortamı paylaşmadan insanları yeterince tanımak mümkün değildir.
Söz konusu kriterler olmadan, insanlar hakkında, “Biz onları tanıyoruz, iyi insanlardır.” türünden sözler, en hafif ifadesiyle hilâf-ı vâki beyandır. Çünkü insanları tanımak ve onlarla ilgili bir hüküm verebilmek, mücerret sözden ziyade, ancak yukarıda sayılan disiplinler çerçevesinde mümkün olacaktır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder