22 Aralık 2016 Perşembe

Rummân arzusu

Mev’izelerde bir menkıbe anlatılır: Bir çilehanede dervişler günlerini ibadetle geçiriyorlar. Bir erbaîn, iki erbaîn, üç erbaîn... Ancak ölmeyecek kadar yiyip içmek, sadece ibadet ü tâatte bulunup elden geldiğince dışarıya çıkmamak orada bir prensiptir. El ayak, göz kulak, dil dudak, tamamen ibadetle meşgul edilir. Uyku da azaltılır, bir günde sadece bir saat kadar başlar bir yere konarak geçiştirilir, ihtiyaç defedilecek kadar uyunur. Zaten çok yeyip içmeyince de az uyumaya alışılır.
İşte böyle bir çilehane ehlinden birisinin içine rummân (nar) arzusu düşüyor. Bunu bir türlü kafasından atamıyor. Aslında nar, Allah öbür nârdan (cehennemden) muhafaza buyursun, sevilecek bir meyvedir; fakat öyle, gönül bağlanan haneyi terk ettirecek kadar olmasa gerek. Nar isteği yerine başka şeyler de düşünülebilir elbette. Tam kapıyı açıp dışarı çıkıyor, bir de bakıyor ki kapının önünde yara bere içinde yatan birisi var. Yara bere içinde; ama hâlinden çok memnun, çok müteşekkir, yüzünden behcet akıyor. “Elhamdülillah Rabbi!” diyor yatan adam. Bizimki “Yâhu bu hâlinle böyle içten hamd ü senâ da ne?” deyince “Allah’a hamdolsun” diyor, “Hiçbir zaman rummân arzusuyla Rahmân’ı terk edip onun huzurundan ayrılmadım.” Derviş bunu duyunca kendine geliyor ve tekrar çilehaneye dönüyor.
Kaç defa rummân arzusu bizi arkasından koşturmuştur. Kâmil olmak kolay değil. Allah (celle celâluhû) potansiyel insan yaratmıştır ve hakikî insan olmayı kulun iradesine, cehdine, gayretine ve azmine bağlamıştır. Azimsiz insanlar, sabırsız kullar o hedefe ulaşamazlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder