Hasan Basrî Hazretleri bazı sahabe efendilerimizle birlikte bir mecliste sohbet halkasında bulunuyor. Bu meclise uğrayan insanlar sorularını sahabilere soruyor ve onlara danışıyorlar. Zaten olması gereken de budur. Çünkü sahabe-i kiram, Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) huzurunda bulunmuş ve o huzurun boyasıyla boyanmış insanlardır. Zannediyorum Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) huzurunda bir kere bile bulunmak, Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona on kere okumak kadar feyz ve bereket vesilesidir. Çünkü O’nun her tavrında Hak nümayandı. Bakışlarında, kulak kabartışında, ağzını açışında, dilini ve dudaklarını hareket ettirişinde dahi hep Allah’a inanmışlığın hakikatleri görülürdü. Bir şair bu durumu,
كُلَّمَا سَجَدَ تَجَلَّي اللهُ فِيهِ
“Her secde ettiğinde onda Allah mütecelli olurdu”sözleriyle ifade etmiştir. Yani O’na bakan bir insan, O’nun silinip gitmesi karşısında adeta Allah’la karşı karşıya kalıyordu. Hâşâ bunun manası, zat-ı nübüvvette, Zat-ı Ulûhiyet tasavvur etme değildir. Bilakis O’nun her tavır ve davranışıyla Allah’ı ifade ettiğini vurgulamaktır. Dolayısıyla böyle bir Nebiyy-i Muhterem’in huzurunda bulunan sahabiler hiç şüphesiz ayrı bir insibağ yaşıyorlardı. Hele O’na (sallallâhu aleyhi ve sellem) yürekten bağlı bulunan insanların hayatları boyunca en az her gün birkaç defa O’nun huzuruna çıkmayı ihmal etmemeye çalıştıkları düşünülecek olursa, elbette onların sözleri dinlenilmesi ve düşüncelerine müracaat edilmesi gereken insanlar oldukları anlaşılmış olur. Ayrıca o dönem itibarıyla ekonomik, idari ve sosyal hayat bütünüyle din ekseni etrafında dönüyor ve dinin nasslarına bağlı götürülüyordu. Dolayısıyla insanlar, hayata ait problemleri çözme mevzuunda dinin sarsılmaz ve sabit kurallarına başvuruyorlardı. Hasan Basri Hazretleri’nin döneminde yaşayan insanların dinin kaynağından beslenen ve henüz hayatta olan sahabe efendilerimize başvurmaları buradan kaynaklanıyordu.
İşte Hasan Basri Hazretleri’nin bulunduğu böyle bir mecliste yine bir sahabi efendimize (radıyallâhu anh) soru sorulmuş, o da cevabını vermişti. Sahabi efendimizin konuşması bittikten sonra bir ara söz sırası henüz 25-30 yaşlarında olan ve arka tarafta bir yere oturmuş bulunan Hasan Basrî’ye geliyor. O, ağzını açıp konuşmaya başlayınca sahabi efendimiz hayran kalıyor. Peygamberimiz Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) öğrendiği ahlâkla çok hakperest ve çok insaflı olan o sahabi efendimiz etrafındakilere, “Bu adam varken ne diye bize soru soruyorsunuz?” diyor. Bu misalde de görüldüğü gibi sahabe-i kiram, Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) nispeti, o münasebetin kazandırdığı kredi ve payeyi bile dayatma unsuru olarak kullanmıyordu. Sözünün daha tesirli ve muhakemesinin daha güçlü olduğuna inandıkları bir gencin yanında nazarları o gence yönlendiriyor ve onun konuşmasının daha yararlı olduğuna inanıyorlardı. Bence meşveretin ruhunu kavrama mevzuunda böyle bir yaklaşım çok önemlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder