Sürekli kendisiyle meşgul olan, kendi ufku, kendi düşünceleri, kendi mülahazaları hatta kendi kamet-i bâlâsı, edası ve endamı karşısında hayranlık duyan bir insana da narsist denir. Böyleleri sadece kendi yaptıklarını ve ortaya koyduğu başarıları beğenir ve bunlarla övünür, başkalarını beğenmesi ise mümkün değildir. Bu tür insanların övgü ve senalarla tatmin oldukları da görülmemiştir. Onlar sürekli hep daha fazlasını ister. Tabii böyle bencil ve narsist kişiliklerin, insanlığa faydalı herhangi bir iş ve icraatları da olmaz.
Mütevazı insanlardır ki, Allah (celle celâluhû) onları nice hayırlı işlere vesile kılar. Şairin dediği gibi,
“Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyecek hâke nebat.
Mütevazı olanı rahmet-i Rahman büyütür.”
Yani tohum toprağın bağrına düşmeyince feyze mazhar olamaz. Yüzü yerde olanları da Allah (celle celâluhû) ekstra lütuflarla kamet-i bâlâ hâline getirir. İşte Şâh-ı Geylânî, işte Muhammed Bahauddin Nakşibend, işte Ebu’l-Hasan eş-Şâzilî, işte Hazreti Pîr-i Mugan. Aradan asırlar geçmesine rağmen hâlâ onların evradını okuyor ve eserlerinden istifade ediyoruz. Onların her birisi unutulmayan simalar hâline gelmişler. Çünkü onlar, mahviyet, tevazu, hacalet ve kendini nefyetmenin kahramanları olmuşlar. Kendilerini yok sayıp bütün himmetlerini Allah’ı ispata vermişler. O’nun varlığını nazara verip, kendilerini sıfırlamışlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder