17 Temmuz 2016 Pazar

Ben kul oldum

Sadakatle derinleşmemiş aşk, içindeki kaynamaları dışa taşan köpüklü bir derya, sadakatle gerçek derinliğine ulaşmış aşk ise, içinde renklerin, seslerin eriyip gittiği bir umman gibidir. O ummanın derinliklerinde ne renge rastlanır, ne dalgalarla karşılaşılır, ne de bir homurtu işitilir. O, derinliği kadar sessiz, zenginliği kadar da renksiz -bu, bütün renkleri birden ihtiva eden bir renksizliktir- ihtişamı ölçüsünde de gürültü ve şovdan uzaktır.
Bu nokta, aynı zamanda “hüsn”ün eksiksiz aşka, aşkın da huy, tabiat ve sorumluluk duygusuna dönüşmesi noktasıdır ki, bu noktada, bir taraftan, varlıktaki iç içe âhenk, iç içe mânâ ve iç içe güzel ikler his, şuur ve idrakin hassas imbiklerinden geçe geçe, kalbin kadirşinas değerlendirmelerine bağlanarak aşka, iştiyaka, cezbeye, incizaba mecralar hâline gelir; diğer taraftan da, bu güçlü alâkalarla âşık gider, bütün benliği ile mâşuka bağlanır ve onun emrine girer. Hazreti Mevlâna, bu hissi ifade sadedinde:

“Ben kul oldum, kul oldum, kul oldum, kul oldum..

Kul ar, hürriyete kavuşunca sevinir ve mesrur olur;

Ben, Sana kul olduğumdan dolayı şâd ve mesrurum.” 

der. İmanını mârifetle bezeyemeyen, yol yorgunluğundan kurtulamaz. Mârifetini aşk u muhabbetle derinleştiremeyen, formalitelerin ağında can çekişir durur. Aşk ve muhabbeti sevgiliye ulaşma yolunda kulluğa bağlamayanlar da, sadakatlerini ifade etmiş sayılmazlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder