31 Temmuz 2016 Pazar

Hallac-ı Mansur

Bana göre “Bizim Rönesansımız”
diyebileceğimiz beşinci ve altıncı asra kadar İslâm dünyasında hemen her şey çok rahat konuşulmuş, münakaşa edilmiş, yazılıp çizilmiş, farklı düşünce ve telakkilere medenice cevaplar verilmiştir. Mesela bir bakarsınız Beyazıd-i Bistâmî Hazretleri vahdet-i vücudla alâkalı kendine göre bir kısım sübjektif mülâhazalar serdeder. Aynı silsileden gelen Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri ise onu sorgular. Daha sonra bakarsınız Ebu’l Hasan el-Harakânî Hazretleri veya muasırı Abdullah el-Ensârî gibi zatlar gelir, onlar da daha farklı mütalaalar ortaya koyarlar. İşte bu süreçte hiç kimse bir diğerini tekfir ve tadlîlde bulunmaz, tekfir ve tadlîlde bulunmak bir yana, insana ve onun fikirlerine saygı çerçevesi içinde meseleler müzakere edilir.
Vakıa bazı yerlerde Maktul Sühreverdi ve Hallac-ı Mansur gibi kimseler hakkında bazı sert kararlar verilmiştir. Bu zatlar âlem-i sekr hâlinde söyledikleri bazı sözleri, âlem-i sahve geçtikleri zaman da söylemiş, bundan dolayı saf ve masum kitleleri idlal ederler mülâhazasıyla tecziye edilmişlerdir. Onlara tevbe teklif edilmiş, ancak onlar düşüncelerinde ısrar etmiş ve ölüme yürümüşlerdir.
Hayatıyla alâkalı yazılanlara bakılacak olursa, Hallac-ı Mansur asılmaya götürüldüğü esnada dahi fikirlerinde ısrarcı olmuş, iltibaslı ifadelerinden geri adım atmamıştır.
Mesela ömrünün son anlarıyla alâkalı şöyle bir vak’a nakledilir: Bir gün bakarlar ki, kapılar kilitli ama Hallac hapishanede yok. Ertesi gün bakarlar ki, hapishane yerinde yok. Üçüncü gün ise Hallac, hapishane ile birlikte avdet etmiştir. Sebebini sorarlar. Şöyle cevap verir: “Birinci gün ben O’nun yanındaydım. İkinci gün O, buradaydı.
(Yani mekân lâ mekân oldu. Bu cisim cümle cân oldu. Nazar-ı Hak ayân olunca sizler körler gibi baktınız.) Üçüncü gün ise biz buradayız.” Şimdi ölüme götürüldüğü anda dahi mütalaa bu olunca, o zamanın hâkimleri,İltibasa açık bu tür yanlış ifadeler saf kitleleri dalâlete sürükler, bunun önüne geçmemiz gerekir.” düşüncesiyle adalet-i izafiyeye göre içtihadda bulunup hüküm vermiş olabilirler. Böylece artık Hallac’ın o sözleri hangi mânâda söylediğine bakılmamış ve söylediği o iltibaslı sözlerin başkaları için vesile-i dalâlet olabileceği endişesiyle de hakkında verilen karar infaz edilmiştir. Ancak bilinmesi gerekir ki, bu tür kat’î hükümler, ses kesme adına yapılan müdahaleler umumî değildir, sınırlı bir çerçeve içinde kalmıştır. Mesela, Hal lac’tan sonra gelen ve İslâm âleminde hemen herkes tarafından hüsnükabul gören Şâh-ı Geylânî Hazretleri, “Ben o dönemde bulunsaydım onu kurtarırdım.” der. Demek ki, Şâh-ı Geylânî Hazretleri, Hal lac’ın mütalaalarında bir râh-i necat görmüştür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder