Halbuki Cenab-ı Hak bir hadis-i kudsîde:
ﻦِﻣِﺆْ ﻟْ
ﻤُ ا يﺪِﺒْﻋَ ﻗَﻠْ
ﺐُ ﻲﻨِﻌَﺳِوَ ﻦْﻜِﻟوَ ﻲﺿِ أَ
رْ ﻻَوَ ﻲﺋِﺎﻤَـﺳَ ﻲﻨِﻌَـﺳِوَ ﺎﻣَ
“Arz ve sema beni istiap etmez, almaz. Ben mümin kulumun kalbine sığarım” buyuruyor. (el-Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, 2/195) Bildiğiniz gibi İbrahim Hakkı Hazretleri enfes bir tercümeyle bu manayı şöyle nazımlaştırmıştır:
“Sığmam dedi Hak arz u semaya
Kenzen bilindi dil madeninden.”
Evet, arz ve semalara sığmayan Hak Teâla, sezilme ve algılanma şeklinde kenzen insanın kalbinde bilinir. Bu bilinme tecellî ve mir’atiyet itibarıyladır. Bundan dolayı mevzuu şöyle de ifade edebilirsiniz: Kalbin Allah’ı duyup hissedişi, O’na ayna olup O’nu anlatması kâinat kitabının O’nu anlatmasından daha ileri seviyededir. Aynı şekilde kütüphaneler dolusu kitaplar da kalbin Allah’ı (celle celaluhu) anlatışı gibi anlatamazlar. Kitaplar ancak kalbin enginliğiyle enginleşip kalbin boyasıyla boyanınca gerçek ifadelerini bulurlar. Elbette ki burada bahsedilen vücudumuza kan pompalayan çam kozalağı şeklindeki uzuv değildir. Burada kastedilen sır, hafî veya ahfa ufkuyla Allah’ın esma ve sıfâtlarına bakan ve yerinde latife-i rabbaniye veya fuad diye de isimlendirdiğimiz vicdan mekanizmasını oluşturan dört temel rükünden biridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder