Minnet etmenin de kendi içinde dereceleri vardır. Meselâ bazıları bu tür duyguları iradeleriyle bastırır ve dışarı vurmazlar. Bu bir ölçüde şâyân-ı takdirdir. Çünkü en azından başa kakmak suretiyle insanlar rencide edilmemiş
ve bilfiil günaha girilmemiş demektir.
Bazı kimseler de vardır ki içlerindeki o sevimsiz ve nahoş duyguları saklayamaz, kontrol altında tutamaz, o ölçüde olsun iradelerinin hakkını veremezler. Bu duruma bir misal olması açısından şu an aklıma gelen bir hatıramı sizinle paylaşmak istiyorum:
El ele, omuz omuza sa’y ü gayrette bulunan bir heyetin samimi gayretleri neticesinde, Cenâb-ı Hakk’ın ilim-irfan hayatımıza lütfettiği bir müessesenin açılış merasimine davet edilmiştim. Tören esnasında konuşma yapanlardan birisi yapılan hizmetlerden bahsederken; “Bugüne kadar bu işleri, bu hizmetleri “bizdeniz” ettik, eyledik,ulaştırdık…” gibi sözler söyledi. Hem ifade, hem de muhteva yanlışlığının iç içe girdiği böyle nahoş bir durumdan şahsen çok utanmıştım. Evvela bildiğiniz üzere “bendeniz”, lisanımızda kendinden bahsetme mecburiyetinde kalındığında başvurulan, mahviyet ve mahcubiyet edalı bir sözdür ve “kul, köle” mânâsına gelen “bende” kelimesinden türetilmiştir. Yani “bendeniz” derken “kulunuz, köleniz” kastedilmektedir. Böyle olunca “bizdeniz”in kelime ve ifade açısından bir mânâsının olmadığı, yanlış bir kullanım olduğu açıktır. Konuşma esnasında iddialı tavır ve üslûptan kaçınılabilseydi, yanlış kullanım da olsa mahviyet ve tevazuu çağrıştıran “bizdeniz” kelimesi belki o ölçüde sevimsiz düşmeyecekti. Fakat âdeta denizin dalgalanmasını hatırlatırcasına bir üslûpla hafizanal ah– oradaki insanlara karşı bir iddia, bir başa kakma tavrı vardı ki, doğrusu o tablo gönlümde sevimsiz ve yaralayıcı bir iz bırakmıştı. Hâlbuki biliyoruz ki Al ah dilerse o işi bir başkasına yaptırırdı. Eğer O, bu şerefi bir kuluna lütfetmişse, kanaatimce, Alvar İmamı’nın dediği gibi
“Değildir bu bana layık bu bende
Bana bu lütf ile ihsan nedendir?”
denmeli ve “Nasıl oluyor da Allah bizim gibi kırık dökük insanlarla böyle sağlam işleri gördürüyor.” anlayışı içinde hamd ü sena duyguları dile getirilmeliydi. Neredeyse üzerinden kırk sene geçmiş
olmasına rağmen bir mânâda çiğ sayılabilecek, yaralayıcı, insanın içini kanatan ve yanlış bir ifadeyle ortaya çıkmış bu yanlış mazmûnu maalesef unutabilmiş değilim. Unutamadım ve mevzuun ehemmiyetini anlatabilmek için böyle bir hatırayı sizinle paylaşmış oldum. Böyle yapmakla hata ve günaha girdiysem rahmeti sonsuz Rabbimden beni bağışlamasını dilerim.
Şimdi bu hatıra perspektifinden konuya bakacak olursak, diyebiliriz ki muhatabı minnet altında bırakacak iddia, tavır ve beklentilerden mümkün olduğunca sakınmamız gerekir. En azından bu tür menfî duyguları, içimizde kontrol altında tutacak ölçüde irademizin hakkını vermeli, bize lütfedilen o iradenin varlığını ortaya koyabilmeliyiz. Bu yapılamadığı takdirde mesele daha tehlikeli bir yöne doğru kayıp gidiyor demektir. Evet, insan elden geldiğince bu tür duyguları daha baştan kendi içinde hapsetmeli, ufaltmalı ve eritip ortadan kaldırmaya çalışmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder