13 Temmuz 2016 Çarşamba

Meşveret

İnsanlığın İftihar Tablosu Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz mübarek beyanlarında “Dâhi olan insan haybet yaşamaz.” demiyor; “İstişare eden haybet yaşamaz, hüsrana düşmez.” buyuruyor. Bir Arap atasözünde denildiği gibi iki akıl bir akıldan hayırlıysa o zaman üç akıl, dört akıl, on akıl evleviyetle bir akıldan hayırlıdır.
Mevzuu misallendirerek bir nebze daha açmaya çalışalım. Diyelim ki sizin, umumun hukukuna taalluk eden bir vazife ve sorumluluğunuz var. Siyasî veya gayr-i siyasî büyük bir kitlenin mesuliyetini taşıyor, bir kısım hayırlara matuf olarak onları yönlendirme konumunda bulunuyorsunuz. Eğer yapılacak iş ve vazife sadece sizin
insiyatifinize bırakılıyorsa, siz dâhi bile olsanız bazen nefsinize uyarak yanılabilir, herhangi bir hissin tesirinde kalıp halet-i ruhiyenizi o işe karıştırabilirsiniz. Mesela, uykunuzu tam almadan öfke edalı kalktığınız bir günde, yapacağınız o işe gerginlik ve öfkenizi aksettirebilirsiniz. Veya çocuğunuzun canınızı sıktığı, sizi üzdüğü bir günde, o can sıkıntınızı işinize yansıtabilirsiniz. Hâlbuki o işin içinde Allah hakkı vardır, umumun hukuku söz konusudur. Dolayısıyla hak ve hukukun azamet ve büyüklüğünü düşünüp yaptığınız o işte hata etmemeye
gayret göstermelisiniz. Fevrî bir davranış neticesinde bunca insanın hukukuna tecavüz etme ihtimalinizin bulunduğunu, dahası haklarını çiğnediniz o insanların ahirette sizden davacı olabileceğini ve bu işten yakanızı kurtaramayacağınızı hesaba katmalısınız. İşte bütün bu olumsuz durumlardan kurtulmanın çaresi istişaredir, meşveretin hakkını vermektir. O dâhiler dâhisi Hazreti Ali birçok meseleyi çevresindeki insanlarla istişare ettiyse, hatta hiçbir şekilde meşverete ihtiyacı olmayan, vahiyle müeyyed bulunan Efendiler Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem) bizlere rehberlik etme adına birçok kez ashabıyla meşveret buyurduysa bize de kendi aklımıza, kendi dehamıza bakmadan meşveret etmek düşer.
Bildiğiniz üzere Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hudeybiye Sulhü’nden sonra sahabeye kurbanlarını kesmelerini emretmesine rağmen onlar; “Belki Allah Resûlü verdiği karardan vazgeçer ve biz yeniden Kâbe’ye yürürüz.” ümidiyle bu emri uygulamada biraz ağır davranmışlardı. Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu
vesselâm) ise bu durum karşısında Ümmü Seleme Validemizle meşveret etmişti. Ümmü Seleme Validemiz: “Ya Resûlallah! Onların tavırlarına bakma. Sen kendi kurbanını kes ve ihramdan çık. Zannediyorum onlar da verdiğin karardaki kesinliği anlayınca sana itaat edeceklerdir.” demişti. Nitekim O’nun (aleyhissalâtü vesselâm) mübarek mülâhazaları da aynı istikametteydi ki çıkıp kurbanını kesince birdenbire herkes kollarını, paçalarını sıvamış, bıçakları ellerine almış ve kurbanlarını kesmişlerdi.
Elbette ki böyle bir hâdise karşısında yapılması gereken en uygun hâl tarzı zaten Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) muazzez ve mübeccel zihinlerinde mevcuttu. Çünkü vahiy ile müeyyed fetanet-i uzma sahibi bir Rehber-i Kül ’ün bu durum karşısında yapılması gereken neyse onu düşünmemesi mümkün
değildir. Bu sebeple O’nun bu davranışını, her konuda bize rehber olan o Zât’ın (aleyhissalâtü vesselâm) meşveret mevzuunda da bize numune-i imtisal olması şeklinde okuyup anlamamız gerekiyor.
Bu hâdisenin derununda üzerinde durulması gerekli olan birçok önemli hakikat ve ders vardır. Ezcümle “kadının ruhu var mı; kadın da bir insan mı, değil mi?” münakaşasının yapıldığı bir dönemde, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir peygamber olarak, hem de eşi olan bir kadınla istişarede bulunması, zannediyorum günümüzde kadın haklarını savunduğunu iddia eden kişilerin bile şaşırıp kalacağı bir tavırdır. Aynı zamanda bu hâdisede bir yönüyle kadın şefkatine müracaatta bulunma esprisi de söz konusudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder