Hakkın, hakikaten hak olması çok önemli bir meseledir. Bu noktada bütün hakların kaynağı ve her türlü hakkın önünde bulunan “Allah hakkı” ihmal edilmemesi gereken önemli bir husustur. Aynı zamanda insanın uhrevî yanlarının, ebedî arzularının, ibadet ve Allah’la münasebet haklarının gözetilmesi ve onun ruh ve beden gibi iki ayrı yanıyla alâkalı büyük-küçük bütün haklarına riayet edilmesi de hukuk devletinin bir diğer hususiyetidir. Yani hukuk devletinde, insanların maddî ve dünyevî yanlarının yanı sıra onların metafizik yanları ve uhrevî ihtiyaçları da nazar-ı itibara alınmalıdır. Ayrıca hukukun sadece kuvvetlilere has bir imtiyaz hâline getirilmemesi, cezaî müeyyidelerin sırf zayıflara karşı kullanılmaması, hâsılı insanlar arasında hukuk noktasında müsavatın gözetilmesi de meselenin çok önemli bir diğer buududur.
İşte bütün bu yönleriyle hak ve hukuk mefhumlarının Hulefa-i Râşidin döneminde yerli yerine konduğunu görüyoruz. Evet, o dönemde çok rahat bir şekilde halife ile halktan bir fert aynı mahkemede hâkim karşısına çıkabiliyordu. Mesela Hz. Ömer’in “mevali”den bir insanla beraber hâkim karşısına çıkıp muhakeme olması ve hatta hâkimin kendisine karşı temayül gösterdiğini görünce onu tedip etmesi hepimizin bildiği o döneme ait tarihî hâdiselerden biridir.
Esasında Osmanlı Devleti’nde de durum bundan farklı değildir. Mesela Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri’ne dair anlatılan bir menkıbeyi burada hatırlayabiliriz. Anlatılanlara göre, Fatih Camiinin inşaını gayrimüslim bir zat üstlenmiştir. Bu zat, idare tarafından kendisine söylenen şekilde değil de, kendi bildiği tarzda cami in mimarisinde tercihte bulunur. Bu durum karşısında Fatih Cennetmekân da, elinin kesilmesi suretiyle onun cezalandırılmasını emreder. Bunun üzerine o şahıs, Hazreti Fatih’i şikâyet etmek üzere mahkemeye başvurur. Başvuruda bulunulan mahkemenin kâdısı Hızır Çelebi’dir. Hazreti Fatih, hâkimin huzuruna gelince, Hızır Çelebi, ona karşı asla bir imtiyazda bulunmaz, her iki tarafı dinler ve sonra Sultan Fatih’i suçlu bularak elinin kesilmesine hükmeder.
Verilen bu karar karşısında şaşkına dönen davacı İslam’ın adalet anlayışına hayran kalıp Müslüman olur ve Hazreti Fatih’i affeder.
Mahkeme sonunda yaşananlar oldukça dikkat çekicidir. Sultan Fatih koltuğunun altında tuttuğu çivili topuzu çıkararak Hızır Çelebi’ye gösterir ve “Allah’ın emrettiği gibi hükmetmeseydin başını bununla paramparça edecektim.” der. Bunun üzerine Hızır Çelebi de belinden çıkardığı kamasını gösterir ve “Hünkarım! Eğer benim verdiğim hükme razı olmasaydın ben de bununla seni delik deşik edecektim.” der.
Anlatılan bu menkıbenin aslı olsun veya olmasın, biz biliyoruz ve tarih de buna şahit ki, o toplumda hakka hürmet, hukuka teslimiyet, adalete inkıyat bu seviyedeydi. Hak ve hukuk o topluma öyle bir yerleşmişti ki, o, bu anlayış sayesinde büyük bir devlet hâline gelmiş; asırlarca idare ettiği koskocaman bir coğrafyada huzur ve barış
hükümferma olmuş, âsayiş ve emniyet sağlanmıştır.
17 Temmuz 2016 Pazar
Hak
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder