29 Haziran 2016 Çarşamba

Alvar İmamı - Salih Efendi

Alvar İmamı ötelere göçtüğünde henüz on altı yaş civarındaydım. Bu sebeple onu ve onun ağzından dökülen mânâ derinlikli sözleri idrak ettiğimi söyleyemem. Fakat onun oturuşunda, kalkışında, hâl ve hareketinde öyle bir tesir vardı ki, en beliğ sözlerden daha müessirdi. Doksana merdiven dayamış olmasına rağmen sekiz saat dizleri üzerinde otururdu. Ayakları uyuşmaz mıydı bilemiyorum. Üstelik prostatı da vardı. Buna rağmen o, hiç tavrını değiştirmezdi. Hiçbir şey söylemese sadece bir kere yanınızda
“Allah!” dese yüreğinizi ağzınıza getirmeye yeterdi. Bazen elektrik verilmiş gibi birdenbire titrerdi. İşte onun bu derûni, ciddi ve vakûr hâli, tavır ve davranışları, bakışları ve yüz çizgileri sizin ruhunuza aksederdi.
Hâl ve tavrıyla, oturuş ve kalkışıyla insana tesir eden insanlardan birisi de Salih Efendi’ydi. Ben onun dudağının geriye gittiğini hiç görmedim. Onu tanıdığım dönemde, çocuklarının en küçüğü yaşındaydım. Fakat buna rağmen ziyarete geldiğinde ben onu bir kanepeye oturtamazdım. Hep dizleri üzerinde otururdu. İşte bu ölçüde bir temkin ve teyakkuz insanıydı. Zannediyorum, siz böyle bir insanı alıp Allah’ın huzuruna götürseniz, doğrudan doğruya, bîkem u keyf Cenâb-ı Hakk’ın kelamını işitse, doğrudan doğruya O’ndan emirler alsa yine de o insan diyecektir ki: “Ya Rabbi! Acaba bunlar nefsimden kaynaklanan şeyler midir? Eğer öyleyse bunlardan Sana sığınırım. Sen büyüksün. Benim gibi günahkâr, asi, küçük bir kul böyle bir iltifata layık olamaz. O zaman bu hâl nedir Allah’ım?”
İşte bu anlayıştaki bir insan, temkine alıştığından dolayı, hep temkin soluklar, temkinle hareket eder, temkinle oturur kalkar ve hiçbir zaman tavrını değiştirmez. Dolayısıyla böyle bir insandan hiçbir zaman şathiyat da sadır olmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder