Bir keresinde kendisini ziyarete bir papaz gelmiş ve ayrılırken elini öpmek istemiştir. Bunun üzerine Hazreti Mevlâna, ondan önce davranıp papazın elini öpmüştür. Şimdi bazıları çıkıp bunu ciddi bir tenezzül görebilir; görebilir ve “Nasıl olur da bir mü’min, mü’min olmayan birisinin elini öper?” diyerek tenkide kalkışabilir.
Hatta bazı müfritler bu ve benzeri tavırlarından ötürü o büyük zât hakkında daha ağır ithamlarda da bulunabilir.
Elbette ki böyle bir bakış açısı o zât hakkında suizandır ve büyük bir vebali netice verir. Hâlbuki Hazret, bu tavrıyla orada gerçek büyüklüğün ne olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim elini öptüğü kişi, o esnada hemen Mevlâna’nın eline ayağına kapanır ve “Temsilcisi bu kadar mütevazı olan bir din mutlaka haktır.” diyerek kelime-i şehadet getirip Müslüman olur. Şimdi siz, böyle bir tavırla, bir insanın gönlüne girip ona iman ve ebedî saadeti kazandırmak için başınızı o kimsenin ayaklarının altına kaldırım taşı gibi kor musunuz, koymaz mısınız? İşte asırlardır sinelere imanın diriltici soluklarını üfleyen Hazreti Mevlâna böylesi bir üslûp insanıdır. Yunus Emre de, aynı yolun yolcusu olarak “Dövene elsiz, sövene dilsiz ve kalb kırana karşı da gönülsüz yaşama” üslûbunu seçmiştir. Elbette ki o büyük zâtların bu hâl ve tavırları referansını İslâmî esas ve disiplinlerden almıştır. Çünkü İslâm bize, “kötülükleri iyilikle savmamızı”, hak ve hakikate davet için firavunun karşısına çıkıldığında dahi kavl-i leyyin, tavr-ı leyyin, hâl-i leyyin, (yumuşak söz, yumuşak tavır ve yumuşak hâl) yolunu emir ve tavsiye buyurmaktadır. Dolayısıyla böyle bir yaklaşımın, kaynağını dinin özünden, esas ve ruhundan aldığı âşikardır.
5 Ağustos 2016 Cuma
Hazreti Mevlâna
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder