İçinde neş’et ettiğim ailem ve kültür ortamım itibarıyla, Hazreti Ali’yi öyle sevmişimdir ki, hep ondan yana ağır basan muhabbet terazimi
dengelemekte oldukça zorlanmışımdır. Bilhassa kahramanlığıyla, civanmertliğiyle ve karakterini oluşturan fütüvvet ruhuyla Şah-ı Merdan’ı tanıyınca, ona o denli hayranlık duymuşumdur ki, diğer üç halifenin faziletlerini de nazar-ı itibara alarak herkesi kendi konumuna göre değerlendirme hususunda çok ciddi gayret sarfetmişimdir.
Bilhassa, Hazreti Ali’ye karşı içten sevgisine ve gönülden bağlılığına şahit olduğum Alvar İmamı’nın,
“Nur-ı ayn-i Muhammed’dir,
Şah-ı merdan Haydar Ali.
Dürr-i derya-yı Ahmed’dir,
Şah-ı merdan Haydar Ali!
sözlerini sürekli duyduğum ve Ali (radiyallahu anh) Efendimiz hakkında birbirinden müessir menkıbeler dinlediğim o tekye atmosferinde, diğerleriyle Hazreti Ali arasında tercih yapamaz hale gelmiş ve “Haydar-ı Kerrar olmazsa olmaz!” demişimdir.
Oysa, bu hususta Ehl-i Sünnet telakkisi ve dengeli olmanın gereği Hazreti Ali Efendimizin söylediğini söylemektir; o, “Ebu Bekir olmasaydı, bu din olmazdı.” demek suretiyle, hem Hazreti Ebu Bekir’in (radiyallahu anh) müstesna mevki ne işarette bulunarak hakperestliğini göstermiş, hem kendi tevazuunu seslendirmiş ve hem de kendisinden sonra geleceklere böyle kaygan bir zeminde kayıp düşmemeleri için bir tembihte bulunmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder