7 Ağustos 2016 Pazar

Ömer Efendimiz

Korteksini mâsivâ ile doldurmuş, şuuraltı müktesebâtını mal-mülk düşünceleriyle oluşturmuş ve bütünüyle dünyevî mülahazalara gömülmüş bir insanın ölüm ötesindeki hali de aynı çizgide şekillenecektir. Böyle bir zavallı, “Men Rabbuke?” sorusuna muhatap olunca, kat’iyen doğru cevabı veremeyecektir; zira, şuuraltı müktesebâtında bu suâle dair bir malumât bulamayacaktır. Duygu ve düşünce harmanında, elini attığı her yerde nefis, mal, mülk, şan ve şöhret kırıntılarına rastlayacak ama marifet-i Sâni hesabına hiçbir semereye tevafuk edemeyecektir. Evet, kabirde “Men Rabbuke ve men Nebiyyuke ve ma dînuke?” sorularıyla başlayan ahiret menzillerinin herbiri bir akabedir; ne var ki, bunların aşılması daha dünyadayken azık hazırlamaya ve faydasız yüklerden kurtulmaya bağlıdır.
Söz gelmişken, nazara verilen hususların, hâdisenin kahramanlarına yakışması ve ibret verici olması yönüyle, zikredilmesinde fayda mülahaza ettiğim bir menkıbeyi anlatmak istiyorum. Denilir ki: Rehber-i Ekmel (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz, bir gün mescidde kabir azabına, Münker ve Nekir’in ilk sorgulama esnasındaki heybetli hallerine ve berzah hayatına dair beyanda bulunurken, Hazreti Ömer (radıyallahu anh), “Ya Rasûlallah, suâl anında şimdiki aklımız bize verilir mi?” diye sorar. Hikmetin Lisan-ı Fasîhi (aleyhi ekmelüttehaya) Efendimiz, “Şimdiki aklınızla nasılsanız kabirde de öyle olursunuz.” buyurur. Bu cevap üzerine Hazreti Ömer, “Böyle olduktan sonra, kabir suâliyle alâkalı korku ve elem çekmeye lüzum yoktur.” der.
Hazreti Ömer’in dâr-ı bekaya irtihalinin akabinde, bu hâdise Hazreti Ali’nin aklına gelir; “Bakalım Münker ve Nekir’e nasıl cevap verecek?” der. Cenâb-ı Hakk’ın aradaki perdeyi kaldırması neticesinde, Haydar-ı Kerrar, dostunun suâl anına muttali olur: Melekler heybetli halleriyle Hazreti Ömer’in yanına gelirler ve ona “Rabbin kim?
Peygamber’in kim? Dinin ne?” diye sorarlar. Ömer Efendimiz, meleklerin suâline yine bir soruyla mukabele eder;
“Siz nereden geliyorsunuz?” der. “Yedinci kat semadan..” cevabı üzerine, bu defa “Yedinci kat sema ile burası arasındaki mesafe ne kadardır?” diye sorar. Melekler, “Yedi bin sene..” derler. İşte o zaman, Hazreti Ömer, kendi ufkunu seslendirir ve “Siz yedi bin senelik yoldan geldiğiniz halde Rabbinizi unutmadınız da, ben evimden çıkıp kabre gelinceye kadar Rabbimi, Peygamberimi ve Dinimi niçin unutayım?” der. Bu sırlı hâdiseyi müşahede eden Hazreti Ali, “Al ah’ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun ey Ömer, sahiden davanın eriymişsin!” buyurur.
Evet, aslında ölüm, kabir, suâl, berzah, mahşer, hesap, mizan ve Sırat gibi akabeler, bir manada hep burada geçilmektedir. Ömür sermayesini ve sayısız nimetleri değerlendirebilenler, daha dünyadayken o sarp yokuşları dümdüz birer yola çevirmektedirler. Tevbe kurnalarında arınarak mâsiyet yüklerinden kurtulmakta ve sırtlarında fazla ağırlıklar taşıma zahmetine dûçar olmadan rahatça Cennet’e uçmaktadırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder