7 Eylül 2016 Çarşamba

Allah Rasûlü ve Hazreti Ebu Bekir

Rehber-i Ekmel (aleyhi ekmelüttehâyâ) ve Ashab-ı Kiram efendilerimiz, özellikle belli bir dönemden sonra, her türlü ferah-feza yaşama imkanlarına sahip olmalarına rağmen, mütevazı ve zâhidâne bir hayatı tercih etmişler ve buradaki her nimetin hesabının ötede sorulacağı inancıyla hep dünya-ahiret muvazenesini gözeterek
yaşamışlardır. Allah’ın helâlinden ihsan ettiği nimetlere karşı şükürle mukabelede bulunup, sonra bu mala terettüp eden bütün hakları yerine getirirken İslâm’ı i’lâ etme ve insanlara faydalı olma mülâhazalarının dışında bir düşünceye girmemişlerdir. Evet, onlar hiç mal biriktirmemiş ve asla tûl-i emele kapılmamış, sürekli ahiretin yamaçlarına müteveccih olmuşlardır.
Nitekim, Hazreti Ebu Bekir’in (radiyallahu anh), kendisine takdim edilen bir bardak soğuk su karşısındaki tavrı bu hakikatin en güzel şahitlerinden biridir: Evet, halifeliği döneminde kendisine bir bardak soğuk su verilir. Sıddık-ı Ekber, birkaç yudum içip iftar eder ve ardından gözlerinden damla damla yaş dökmeye başlar. Akabinde öyle hıçkırarak ağlar ki, etrafındakileri de ağlatır. Bir müddet sonra, dostları “Seni bu derece ağlatan nedir?” diye sorarlar. Der ki: Bir gün Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) önündeki bir şeyi eliyle iter gibi yapıyor ve
“Benden uzak dur, benden uzak dur!” diyordu. Sordum, “Ya Rasûlallah! Birini uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz ama ben kimseyi göremiyorum?!.” Buyurdular ki: “Dünya, içindeki bütün debdebesiyle karşımda temessül etti ve bana kendisini kabul ettirmek istedi; ben de ona ‘Benden uzak dur!’ dedim. Bunun üzerine o, çekip giderken, ‘Vallahi sen benden kurtulsan da, senden sonrakiler elimden kurtulamayacaklar. Kendimi sana kabul ettiremedim ama sonrakiler peşimden koşacaklar’ dedi.” İşte, bu bir bardak soğuk su ile dünya bana kendini kabul ettirmiş olur mu diye endişe ettim ve onun için ağladım.

Evet, Allah Rasûlü ve Hazreti Ebu Bekir gibi has dairedeki bir kısım arkadaşları, maddî hayat itibarıyla en fakirâne yaşayan insanlardı. Hem de onlar bu hale kendi ihtiyarlarıyla razı oluyorlardı. Şayet isteselerdi, herkesten daha müreffeh yaşayabilirlerdi. Zira, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz sadece kendisine verilen hediyeleri dağıtmayıp yanında bıraksaydı, o günün maddeten en zenginlerinden biri olabilirdi, ama O öyle yapmayı hiç düşünmedi; ümmetini helâlinden kazanıp zengin olmaya teşvik ettiği halde kendisi hem kıyamete kadar gelecek olan bütün irşad erlerine örnek olmak hem de ahiret meyvelerini ötelere bırakmak için fakirliği ve zahidâne bir hayatı ihtiyar etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder