19 Eylül 2016 Pazartesi

Hoştur bana Senden gelen

Maruz kaldığınız bir belaya öyle ya da böyle katlanırsınız. Fakat, o belayı mecburen tahammül etmeniz gereken, sıradan bir musibet olarak görürseniz, o esnada çektiğiniz acıları ve yaşadığınız sıkıntıları o yanlış telakkinizin darlığına hapsetmiş olursunuz. Şayet, o musibetin dış yüzüne takılır kalır ve arka planına dair bazı meseleleri hiç düşünmezseniz, hem o hadiseyi içinde bulunduğunuz zamana sıkıştırmış ve böylece hayatınızı daraltmış, hem de bin bir ızdırabı boşu boşuna çekmiş sayılırsınız.
Oysa, daha musibetle karşı karşıya geldiğiniz ilk andan itibaren onu bir arınma vesilesi ve sevap kazanma fırsatı olarak değerlendirmeniz de mümkündür. Şayet, belanın ötesinde onu vereni görebilir ve kainâtta meydana gelen hiçbir hadisenin başıboş ve manasız olmadığını düşünürseniz, içinizde rıza yörüngeli bir sabır duygusu hasıl olur. Hemen Cenâb-ı Hakk’a teveccüh eder ve dergâh-ı uluhiyetle irtibata geçersiniz. O’nun her şeyi duyup bildiği ve her işinde binlerce hikmet bulunduğu mülahazasıyla

“Hoştur bana Senden gelen

Ya hıl’atü yahut kefen

Ya taze gül, yahut diken

Lûtfun da hoş, kahrın da hoş”

dersiniz. Karşı karşıya kaldığınız o bela beyninize bir balyoz gibi inse ve belinizi bükse de, “Demek ki günah ve hatalarımdan arınmam ve ciddi bir metafizik gerilime ulaşmam için bu sıkıntıları çekmem lazımmış; zaten benim kusurlarıma da ancak böyle bir dert keffaret olurdu; Rabbim, Senden gelen bu musibete de razıyım; yeter ki beni affet!” der ve mecbur olduğunuz için değil Cenâb-ı Allah’tan geldiğine inandığınız için gönül hoşnutluğuyla sabredersiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder