Yıllar önceydi.
Bir arkadaşımızın bir günah çukuruna düşmesi, bir şeytanî komploya maruz kalması söz konusuydu. Onun
yakınlarından biri gelmiş, muhtemel tehlikeyi haber vermişti. Arkadaşımızın öyle bir musibete uğramaması adına oldukça heyecanlanmış ve o hadiseden yara almadan kurtulabilmesi için neler yapılabileceği hususunda hemen iki-üç insanla istişare yapma lüzumunu hissetmiştim. Üç kişiyi odama çağırıp, “Bu meseleyi nasıl halletsek; arkadaşımızın haysiyet ve onurunu korumak için neler yapsak?..” dedim. İstişaremiz bitip de onlar odamdan çıkarken içimde derin bir pişmanlık duygusu belirdi, kendi kendime “eyvah” deyiverdim. Çünkü, o meseleyi belki sadece bir insanla görüşerek de çözebilirdim. O insan hakkında kusur gibi algılanacak, su-i zanna sebebiyet verecek ve onu mahcup edebilecek bir meseleyi neden fazladan iki kişiye söylemiştim ki?.. Sadece bir insana söylemem yeterli olamaz mıydı? Sır tutmasını bilen bir insanla görüşmeli; “Ne yapalım da şu insanın bağrındaki akrebi çıkarıp atalım!” demeli ve problemi en dar dairede çözmeye çalışmalı değil miydim? Emin olun, aradan seneler geçmiş olmasına rağmen, ne zaman o meseleyi hatırlasam
hâlâ derin bir pişmanlık hissediyor, üzülüyor ve o konuda kendimi asla affetmiyorum.
İşte, insanların kusurlarını, hatalarını ve günahlarını yaymama, onların onur, haysiyet ve itibarlarını koruma açısından da necvâ başvurulması gereken çok nazik bir usuldür. Şayet, bir insanın bir inhirafına şahit olunmuşsa, yapılması icap eden şey, o problemin herkes tarafından bilinir olmaması için çok ketum davranmak ve meseleyi sadece o mevzuda selahiyetli olan, sözü dinlenen bir insana kat’iyen gıybete girmeden, mübalağa etmeden anlatmaktır. Eğer bir problemi yalnızca iki kişi ile çözmek mümkünse, onu üçüncü bir insana daha açmak ve bir insanın kusurunun fazladan bir kimse tarafından daha bilinmesine sebep olmak doğru değildir.
27 Eylül 2016 Salı
Bir insanın bir inhirafı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder