Cenaze namazı ve kabre son yolculuk şan ü şöhret aranacak, debdebe ve ihtişam istenecek, âlâyişe girilecek bir yer değildir.
Orası, hakiki mü’minler için en mahcup olunması ve şefkate en çok ihtiyaç duyulması gereken bir acz durağıdır. T. Mevlevî ne hoş söyler:
“İstemem nakl-i cenazemde çeleng ü âhenk
Debdebe ile gidilir saha değildir makber;
Orası, medhalidir bârigâh-ı Mevlânın,
Kapısından içeri acz ile girmek ister.”
İşte selef-i sâlihîn efendilerimiz hep bu duyguyla meşbu bulunmuşlar ve cenazelerinin nasıl olacağından ziyade Rabbin huzuruna hangi yüzle çıkacaklarını düşünmüşlerdir hem de onca ibadet ü taatlerine, onlarca senelik kusursuz kulluklarına rağmen.
Mesela; ibadeti, zühdü, takvası, ilmi ve özel ikle hadis bilgisiyle çok nadide bir insan olan ve A’meş lakabıyla tanınan Süleyman b. Mihran hazretleri bunlardan biridir. Vefatından az önce yanına giren dostları bir doktor çağırmayı teklif edince şöyle cevap verir: “Ne yapayım doktoru, artık ben gidiciyim. Hem yemin ederim ki, nefsim elimde olsa onu hemen bir çukura atar kurtulurdum. Ben ölünce hiç kimseyi çağırmayın, beni sessizce kabrime bırakın, gidin!” O sözün manası şudur: “Allah indinde bir kıymetim varsa, zaten kurtuldum; fakat, şayet ben insanların hüsn-ü zan ettikleri gibi biri değilsem, o zaman vay halime benim; ötede bir de onların hüsn-ü şehadetlerinin hesabını sorarlar bana!..”
Ömrü boyunca her meseleyi rıza-yı ilâhîye ve Allah’a ubûdiyete bağlayan Bedîüzzaman hazretleri de aynı istikamette vasiyette bulunmuş; kabrinin, bir-iki talebesinden başka hiç kimsenin bilmeyeceği, gayet gizli bir yerde olmasını arzulamış ve “Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevî dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir.” buyurmuştur. Muhteşem bir cenaze merasimi beklentisinde olmamayı ve kimsenin bilmediği bir yere defnedilmeyi de hayatı boyunca mücessem temsilcisi olduğu ihlasın bir gereği saymıştır. Cenâb-ı Al ah, onun bu isteğini de gerçekleştirmiş; 1960 senesinde Urfa’da vefat edip Halilürrahman dergahına defnedilmesinden ve kabrini birkaç ay boyunca binlerce insanın ziyaret etmesinden sonra, 27 Mayıs İhtilali akabinde aynı senenin temmuz ayında bir gece yarısı mezarı açılmış ve na’şı bir uçakla Isparta civarında meçhul bir yere nakledilmiştir.
Evet, asıl mesele Cenâb-ı Hak indinde makbul bir kul olabilmektir; yoksa, sadece insanların hüsn-ü şehadeti hiçbir mana ifade etmemektedir. Sâlih kulların, mevtânın iyiliğine şahitlik etmeleri, hayırlı insanların arkadan Kur’an okumaları ve istiğfarda bulunmaları, ancak imanla giden insanlar için muhtemel bir kurtuluş
vesilesi olsa da, meselenin nîrengi noktası insanın kendisinin son yolculuğa hazır ve “gel” emrine âmadeyken ötelere yürümesidir. Bir adımla ahiretin yamaçlarına geçeceğine inananlar için tabutu taşıyacak tam inanmış dört adam kâfîdir:
“Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam;
Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam…”
(Necip Fazıl)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder