Hâlis mü’min öfkesinin yönünü Allah’ın razı olmadığı işlere tevcih etmelidir. Nefsinin isyanlarına karşı öfkelenip onun terbiyesine koyulmalı, gazap hislerini müslümanlara zulmedenlere yöneltip dinin ihyası ve diyanetin te’yidi için daha çok çalışmalıdır. Kendisini sık sık kontrol etmeli ve şayet öfkesi Allah için değilse, hatta ona azıcık da olsa nefsânî hisler karışmışsa, hemen susmasını bilmeli, hiddetini dindirmeli, sakinleşmeli ve affedici olmalıdır. Şu hâdise bu mevzuya ne güzel misaldir:
Bir gün, Hazreti Ömer’in (radıyallahu anh) ganimet dağıttığı bir sırada, Uyeyne İbnu Hısn gibi yeni ihtida etmiş
bazı kimseler kendi paylarına razı olmuyor ve daha fazlasını istiyorlar. Hatta henüz İslam ahlakıyla bezenememiş bir-iki tanesi haddi aşıp küstahça davranıyorlar. Mesela, Uyeyne İbnu Hısn, “Ey Hattâb’ın oğlu, yeter artık! Sen bize bol vermediğin gibi, aramızda adaletle de hükmetmiyorsun!” diyor. Hazreti Ömer Efendimiz hak etmediği bu ithama mukabil biraz öfke izhar ediyor. Zaten, adalet timsali Ömer (radıyallahu anh) gibi kılı kırk yaran bir insanın böyle bir tavır karşısında gazaplanmaması mümkün değil. Zira, onun bambaşka bir hakperestliği var. Mevlana Şiblî, onun hayatını anlatırken der ki “Ömer’in adaleti ve hakperestliği Ömer’e dost bırakmadı.” Evet, Allah Rasûlü’nün Halifesi, herkesin hakkını gözetme ve her hak sahibine hakkını verme mevzuunda çok hassastır; ne pahasına olursa olsun doğruluktan hiç ayrılmaz. Bu hassasiyetine rağmen, öyle yakışıksız bir sözü duyunca elindeki dirresiyle (kırbacıyla) adama dönüyor ve üzerine yürüyecekmiş gibi bir hal alıyor.
O sırada, Hazreti Ömer’in de yakınlarından olan ve çoğu zaman onun istişare heyetinde yer alan Hürr İbnu Kays (radıyallahu anh) hemen öne atılıp, “Ey Mü’minlerin halifesi, Allah Teâla hazretleri Rasûl-ü Ekrem’ine, “Sen af ve müsamaha yolunu tut, iyiliği emret, cahil ere aldırış etme!” (A’raf, 7/199) buyurmuştur. Bu adam da cahil erden biridir!” diyor.
Bu ikazı duyan Hazreti Ömer, olduğu yerde kalıyor ve artık Uyeyne’ye hiçbir şey demiyor, hiçbir şey yapmıyor.
Böyle bir ilahî tembihin hatırlatılması karşısında Emirü’l-mü’minîn’in bütün hiddeti diniyor. (Doğrusu, Habîb-i Ekrem’in en öndeki dostlarından olan Hazreti Ömer Efendimiz hakkında gazap, öfke, hiddet… gibi herkes için kul andığımız kelimeleri kul anma mevzuunda çok korkuyorum; bir hakikati nazara vermek için mecburen bu kelimeleri istimal ettiğim için onun ruhâniyetinden özür diliyorum.)
İşte bu, hakperestlik duygusu içinde, kılı kırk yararcasına yaşama ve yerinde gazap hissini de bastırma demektir.
Hazreti Ömer Efendimiz’in bu hasletinden dolayıdır ki, o, “el-vakkâf inde’l-hak” sözüyle anılır olmuştur. Bu tabir,
“her zaman doğrunun yanında yer alan, hak ve adaletten asla ayrılmayan, kendisinin rağmına olsa da mutlaka hakka boyun eğen, Kitabullah’ın hükmüne gönülden rıza gösteren ve hakkın söz konusu olduğu yerde anında frenlemesini bilen insan” demektir. Hazreti Ömer, yumruğunu kaldırıp tam hasmının gözüne indireceği bir anda, hakkın hatırı için öfkesini yutarak kol arını hafifçe iki yanına salıverecek kadar duygularına hâkim bir insandır.
Şüphesiz onun bu hali, hâlis mü’minlerin ve takva ehlinin de halidir.
10 Eylül 2016 Cumartesi
Hazreti Ömer’in Hakperestliği ve Müsamaha Yol
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder