2 Eylül 2016 Cuma

Racul-ü fâcir

Dine hizmet eden bir insanın kendisini fâcir kabul etmesine gelince; bu mesele, benzer iki hadiseden dolayı farklı rivayetleri bulunan bir nebevî beyana dayanmaktadır. Hadis kitaplarında şöyle bir vakıa anlatılmaktadır: Allah Rasûlü (sal lallahu aleyhi ve sellem) ve Ashâb-ı Kirâm (radiyallahu anhüm ecmaîn) müşriklerle cihad etmek üzere Uhud’a çıktıklarında, Kuzman isminde bir şahıs Medine’de kalır. Bazı kadınlar, “savaş kaçkını” diyerek onu alaya alınca, Kuzman bunu bir onur meselesi haline getirir; hemen cepheye koşar ve ön safta yer tutar. Hatta ilk oku o atar, sonra kılıcını çeker ve herkesi hayran bırakan bir kahramanlık sergiler. Bazıları onun cesaretini ve mücadelesini övünce Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, “O, ateş ehlindendir!” buyurur.
Bu habere çok şaşıran bazı sahabîler Kuzman’ı takip etmeye başlarlar. Onun yiğitliği karşısında iyice hayrete düşerler. Çünkü, Müslümanların muvakkaten dağılıp geri çekildikleri bir anda bile Kuzman kılıcının kınını kırar,
“Kaçmaktansa ölmeyi tercih ederim!” diye bağırarak ileri atılır ve cesurca savaşırken derin bir yara alır. Onun bu haline şahit olan Sahabîler, “Ya Rasûlallah, az önce ateş ehlinden olduğunu söylediğiniz adam, büyük bir metanetle savaştı ve kahramanca öldü!” derler. Sâdık u Masdûk Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), yine “
"O Cehennemliktir!” buyurur. Bu cevabı işiten Müslümanların bütün bütün hayrete kapıldığı esnada, o şahsın henüz ölmediği ancak ağır şekilde yaralandığı haberi getirilir.
Kuzman acılar içinde kıvranırken, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in ihbarından habersiz olan Katade İbnu Nu’man onun yanına varır ve “Şehitlik sana mübarek olsun!” diye tebrikte bulunur. Bunun üzerine, Kuzman, “Vallahi ben din için mücahede etmedim; kavmimin itibarı için savaştım!” diye mukabele eder. Sonra da, yarasının ızdırabına dayanamayarak kılıcının keskin tarafını göğsüne dayar, üzerine yüklenir ve intihar eder.
Evet, bu hadisenin bir benzeri Hayber Gazvesi’nde meydana gelmiştir; bunun üzerine Rehber-i Ekmel
(aleyhissalâtu vesselâm) Efendimiz, halka şu hakikatin ilan edilmesini emir buyurmuştur: “Cennet’e ancak Allah’a gönülden teslim olmuş mü’minler girecektir. Şu kadar var ki, Allah (dilerse), İslam dinini fâcir bir kişi ile de te’yid edip kuvvetlendirir.”
İşte, Nur Müellifi, mezkur hadis-i şerife istinaden, “Sen, ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma.
“Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da te’yid ve takviye eder.” hadisi sırrınca, müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o racul-ü fâcir bilmelisin. Hizmetini ve ubudiyetini, geçen nimetlerin şükrü, vazife-i fıtrat, farize-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucub ve riyadan kurtul.” demiştir.
Demek ki, nefis tezkiyesine nâil olamamış bir insan, dine ve diyanete hizmet ediyor olsa bile, gurur, ucb ve riyaya düşmemek için çok temkinli hareket etmeli ve kendisinin de o racul-ü fâcirin akıbetine uğrayabileceğini düşünüp titremelidir. Hizmetlerinden dolayı asla şımarmamalı, gurura kapılmamalı ve kendisini emniyette saymamalıdır; aksine, Allah yolundaki mücahedesini tabi  bir vazife, bir kulluk borcu ve o zamana kadar lutfedilen nimetlerin şükrü kabul etmelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder