Habîb-i Edîb (aleyhissalâtü vesselam) Efendimiz, “Benim dünya ile ne alâkam olabilir ki?!. Şu yeryüzündeki hâlim, bir ağacın altında gölgelenip azıcık dinlendikten sonra yoluna devam eden yolcunun hâline benzer.” buyurmuş ve mübarek şahsî hayatı itibarıyla hiçbir zaman yarınları düşünmemiş, gelecek günler için herhangi bir maddî hazırlık peşine düşmemiştir. Mezar taşlarına nakşedilmesiyle meşhur şu sözler, Allah Rasûlü’nün dünyaya bakışının hülâsâsı gibidir:
“Çeşm-i ibret ile bak dünya misafirhânedir
Bir mukim âdem bulunmaz ne aceb kâşânedir,
Bir kefendir sermayesi, akibet şah u gedâ,
Pes buna mağrur olan Mecnun değil, ya nedir?”
Evet, bir kefenlik sermayesinden dolayı mağrur olma cinnetine düşmeyenler, dünyaya bir misafirhane olarak bakar ve bu hayata değil, ebedî âleme, o âlemin vüsati, derinliği ve ebediyeti ölçüsünde alâka gösterirler. Ecelin ne zaman geleceği belli olmadığından dolayı da ölümün her an kapılarını çalabileceğinin şuuruyla yaşarlar. Bir Arap şairinin ifadesiyle,
“El-mevtü ye’tî bağteten
Ve’l-kabru sundûku’l-amel
Ölüm ansızın çıkıp geliverir; kabir ise, amel sandığıdır.” Dünya malı mezarda beş para etmez; insanın Karun kadar serveti de olsa orada işe yaramaz. Kabirde hora geçebilecek tek kıymetli metâ, sâlih ameldir; çünkü, o ancak sâlih amelleri içine alan bir sandukçadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder