Mevlid ve mi’raç gibi vesilelerle Efendimiz’i bir kere daha ve daha engince yad etmenin mahzuru olmadığı anlaşılıyor. Hatta, Al ah Rasûlü kendisini meth edenlere karşı sükût buyurduğundan ve Ka’b b. Züheyr gibi şairleri tebrik edip onlara hediye verdiğinden dolayı, misyonu itibarıyla kendisini medh ü senâ ve takdir etmenin bir esas olarak sübût bulduğuna da kâil olunabilir. Yani denilebilir ki, o sükût buyurduğuna ve hatta bazılarına hediye verdiğine göre, O’nu meth etmek sünnet ya da en azından mendub (Efendimizin
bazen işleyip bazan terk buyurdukları, selef-i sâlihinin de sevip rağbet ettikleri işler) da olabilir. Öyle ise,
Al ah adın zikredelim evvela
Vacib oldur cümle işte her kula
Al ah adın her kim ol evvel ana
Her işi âsan eder Al ah ona”
(Süleyman Çelebi) diyerek başlayıp Peygamberimizin üstün meziyetlerini, güzel vasıflarını, ahlâkının eşsizliğini, hayatını ve mucizelerini anlatmak ve nihayet, O’nun şefâatına sığınmak, salât ü selâmlarla O’na yönelmek mendup
sayılabilir. Çünkü, bütün bunlar formül olarak ortaya konmamışsa da hepsinin aslı dinde vardır. Cenâb-ı Hakk’ı zikir ve O’na hamd ü senâ; Peygamber Efendimizi yâd etme ve O’na salât ü selam imanın gereğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder