"Terk-i ukbâ”ya gelince; adanmış insanda dava uğruna ortaya koyduğu cehd ve gayrete mukabil ahireti kazanma mülahazası da olmamalıdır. Bir insan, Al ah’a kul uğunu, ibadet ü taatini, evrâd u ezkârını, hatta i’la-yı kelimetul ah yolunda mücahedesini, icabında zindanlara girmesini, değişik belalar altında kalıp prenslenmesini, sıkıntılara maruz kalmasını.. doğrudan doğruya Cennet’i kazanmaya bağlıyor ve bütün bunlarla Cennet’e girmeyi esas maksat yapıyorsa, o insan, kazanma kuşağında kaybediyor demektir. Adanmış bir insanın başına, bunların hepsi gelebilir; fakat o bunlarla ahireti peyleme peşine düşmemelidir. Demelidir ki, “Al ahım, eğer ben bütün bunlarla Sana yaklaşıyorsam, kendimi çok talihli bir insan sayacağım. Ben, başka değil, sadece Senin rızanı arıyorum.”
Evet, adanmış bir ruh yapıp ettiği her şeyi ve başına gelen bütün musibetleri sadece O’nun hoşnutluğunu kazanma hedefine bağlamalı ve Nesimi gibi:
“Bir cefâkeş âşıkem ey yâr senden dönmezem
Hançer ile yüreğimi yar senden dönmezem
Ger Zekeriya tek beni baştan ayağa yarsalar
Başıma koy erre Neccâr senden dönmezem” demelidir.
Azeri Şair, Al ah hakkında “neccar” tabirini kul anıyor. Cenab-ı Hakk’ın öyle bir ismi yoktur; fakat şair O’na isnad ettiği bir fi le binaen kendince bir de isim uyduruyor. “Neccar” marangoz, testere kul anan demektir. “Erre”, Oğuz dilinde testere manasına gelir. Nesimi şöye devam ediyor:
Ger beni yandırsalar, toprağımı savursalar
Külüm oddan çağırsalar Settâr senden dönmezem.”
İşte dava adamı da başına testereler bile konsa, hançer ile yüreği de yarılsa yine de hâline razı ve Rabbinden hoşnut olmalı, O’nun rızasını tahsile çalışmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder