Bediuzzaman hazretleri, dünya hakkındaki bir başka değerlendirmesinde, bu dünyanın kesben değil kalben
terkedilmesi gerektiğini söyler. Eğer, insan dünyayı bu espri içinde anlayabilirse, tam bir ehl-i dünya gibi çalışıp kazanabilir ve bir Karun gibi zengin olabilir. Çünkü, böyle biri iktiza ettiği an, elinde-avucunda ne varsa, hepsini Rabbisinin rızası istikametinde infak edebilir. Bu konuda Hazreti İbrahim‘le alakalı olarak anlatılan menkıbe çok ibretâmizdir: Melekler Cenab-ı Hakk’ın, İbrahim aleyhisselama “Halilim” demesindeki hikmeti sorarak hul et ve dostluğun servetle bağdaşıp bağdaşmayacağını öğrenmek isterler. Evet, Al ah ona “Halil” demişti. Peygamber Efendimiz kendisine “Al ah’ın dostu” diyenlere karşı; “O, Hazreti İbrahim’di” buyurmuştu. Gerçi, Kendisi de Habibul ah’tı ve Habib, Halil’den üç kadem ilerdeydi –bu mevzuyu Kalbin Zümrüt Tepeleri’ndeki “hul et” bahsine havale edip geçelim- Fakat, Efendimiz “Halil, Hazreti İbrahim’dir” diyerek dedesini işaret ediyordu. İşte, Hak dostluğuyla servetin aynı çizgide buluşup buluşamayacağını istifsar eden melekler, Al ah’ın izniyle, Hazreti İbrahim’i ziyaret ederler. Melekler, uzun bir yoldan gelmiş, saçı- sakalı dağınık, üstü-başı perişan bir misafir edasıyla İbrahim Nebi’nin yanına gelip aç olduklarını söylerler. O da bir koyun kesip, pişirir ve ikram eder.
2/5
Melekler, yemeğe başlarken "Bismil ah" yerine, kendilerine has bir zikir sayılan "Subbûhun Kuddûsün (Rabbunâ ve) Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh" derler. Bu tesbih, vahiyle yunup yıkanmış o pak gönle öyle tesir eder ki, “Aman, bu ne güzel bir söz” der ve koyunlarının dörtte biri karşılığında o sözü tekrar etmelerini yalvarırcasına ister. Hani, çok profesyonel birisinden bir makale yazmasını istersiniz de, daha makale bitmeden, yazdığı iyi bir dibaceye, bir mukaddimeye bile hayran kalırsınız; kalırsınız da, o cümleleri ancak o şahsın biraraya getirebileceğine kanaat getirirsiniz. Hele, biraz da yazıdan, üsluptan anlıyorsanız hayranlığınız daha da artar. İşte, o tesbihin manasındaki derinliği de, Al ah’la alakası açısından tesbih u tazime ve vahye aşina olan Halilürrahman çok iyi anlıyor; anlıyor ve “koyunlarımın yarısı sizin olsun, n’olur bu sözü bir kere daha tekrar edin.." diyor. Melekler, kendilerine has bir ses ve eda ile söyleyince, o tesbih Hazreti İbrahim’in letâifinde öyle bir tesir icra ediyor ki, dünyayı kesben değilse de kalben terketmiş olan o büyük Nebi, bir kere daha aynı tesbihi duymak için malının tamamını vermeye de razı oluyor.
Evet, servetin başında böyle iğreti durma, Hâlik-ı kainat adına veya O’nun adını yüceltme ve O’nun rızasına ulaşma uğrunda hemen her şeyi çok rahatlıkla elinin tersiyle itecek kadar dünyayı kalben terk etme çok
önemlidir. “Acaba İbrahim Nebi gerçekten böyle bir fedakarlıkta bulunmuş mudur?” Hazreti İbrahim’in bu kıssası bir menkıbe olsa da ya da üstureye benzese de, Halilurrahman’ın bütün hayatı o tür fedakarlık ve teslimiyet örnekleriyle doludur. Hazreti Hacer’i götürüp otsuz, susuz, ağaçsız, insansız bir yere bırakmasından oğlunun boğazına bıçağı çalmasına, Mısır, Şam ve Mekke arasında hicret mekikleri dokumasından ateşe atılması esnasında “Rabbim hâlimi biliyor ya!..” demesine ve teslimiyetine kadar ömrünün her anı onun bu fedakarlığı yapabileceğini göstermektedir.
Yine aynı konuda bir başka menkıbe anlatılır: Bir adam, "Benim ayağım, bütün velilerin omuzları üzerindedir.."
diyen şu veliyi göreyim düşüncesiyle Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin evine gider. Kapıdan içeri girince, köpeklerin boynunda altın tasmalar görür. Bu durum karşısında iyice şaşıran adam, "Köpeklerinin boynuna altın tasma takacak kadar dünyaya dalmış bir insan nasıl veli olabilir?!." diye içinden geçirir. Hazretin huzuruna vardığında, daha o bir şey söylemeden, Hazret, “Efendi! Efendi! Biz onları gönlümüze sokmadık; pisi pise layık gördük, pisin boynuna taktık." deyiverir. İşte, terk-i dünya budur; dünyevî her türlü imkan mevcuttur; ama kesben terkedilmeyen dünyaya kalben sırt dönülmüştür. Niyet ve amel bu olduktan sonra da dünya malının hiç mi hiç zararı yoktur. Asıl önemli olan, ihtiyaç anında bütün dünyevî imkanları din-diyanet adına, i’la-yı kelimetul ah ve Al ah’ın hoşnutluğunu kazanma hesabına feda edebilmektir.
22 Ekim 2016 Cumartesi
Terk-i dünya
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder