İnsan hayvanlar gibi yiyip içen, sonra da yan gelip yatan ve bu şekilde huzuru yakalayabilen bir mahluk değildir. İnsan, çevresine alâka duyan, tabiata açık bir fıtratı bulunan, evlat ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla bile münasebeti olan bir varlıktır. Fakat, maalesef, biz bugün onu yeme, içme ve uyumaya hapsetmiş durumdayız.
Aslında, bu hâl Batı’nın ahlak ve kültürünün neticesidir. Bu acı tablo, aile müessesesinden mahrum, yuvanın sıcaklığını hiç duyamamış; bel i bir yaşa kadar baba evini otel gibi kul anan, rüşdüne erdikten sonra da anne-babasını terk edip başka bir yere gidebilen kayıtsız insanların eseridir. Ne yazık ki, son senelerde biz de, bir zamanlar uzaktan uzağa hayretle seyrettiğimiz bu tablonun bir parçası haline geldik. Belki uzun zaman direndik; cedşâhî ailelerimizi ve yuvamızın kudsiyetini korumaya çalıştık; fakat, heyhat, fırtına çok şiddetliydi. Nihayet, biz de karşımızda, Alvar İmamı Efe Hazretleri’nin hicranla tavsif ettiği yıkık bir dünya bulduk:
“Bâd-ı hazân esti bağlar bozuldu,
Gülistânda katmer güller mi kaldı
Şecerler kırıldı bârlar üzüldü
El atacak dahî dallar mı kaldı
Bir sel aldı sahrâları bürüdü
Ağaçlar kurudu kökler çürüdü
Erler yüreğinde yağlar eridi
Hasb-i hâl edecek kâller mi kaldı
Bozuldu dünyanın bâğ u bostânı
Zâğ-ı siyeh yaktı bu gülistânı
Bülbül er okusun dertli destânı
Elvân nakış keşmir şal ar mı kaldı”
Maalesef, bize ait değerler de bir bir yıkıldı. O sımsıcak ve huzurlu yuvalar, o güleryüzlü, saygıdeğer dede ve nineler, o sevimli, şirin evlat ve torunlar… hepsi bir bir devrilip gitti ve nesil er âdetâ harabeler içindeki baykuşlara döndü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder