Ümmet-i Muhammed’e ihanet, Hazreti Üstad’ın davasına ihanet, bugün dünyanın dörtbir yanına yayılan hizmet-i imaniye ve Kur’aniyeye ihanet affedilir türden değildir. Âdet-i İlahiye açısında Allah affetmez o türlü kötülükleri; âdet-i İlahiyeye inkıyad ve saygı zaviyesinden de Hazreti Muhammed (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) sahip çıkmaz o kötülükleri işleyenlere… Bu açıdan, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine darılmaz; fakat, Al ah’a ve âdet-i ilahiyeye saygı ve edebinin gereği, O’nun da ses ve soluklarını tutup temkin içinde bir tavır alması gereken yerler vardır. Öyleyse O’nun, bize küsmemesi, darılmaması, kırılmaması ve bizi terk etmemesini istiyorsak, riayet etmemiz gerekli olan hususlarda, özel ikle de âmme hakkı diyeceğimiz ve içinde Al ah hakkı da bulunan meselelerde çok hassas olmamız, çok titiz davranmamız gerekmektedir. O’na ümmet olma nisbetimizi koruduğumuz sürece, O bize küsmeyecek ve bizi kimsesizliğe terk etmeyecektir.
Bu hususla alakalı bir hadiseyi hatırlatmakta da fayda mülahaza ediyorum: Yeni müslüman olmuş birisi,
Efendimizin yanına gelerek O’ndan yardım talep ediyor. Al ah Rasûlü adama bazı şeyler vermesine rağmen adam hoşnutsuzluk izhar edip edep sınırlarını zorlayınca, Sahabe Efendilerimiz o şahsın üzerine yürüyor ve saygısızlığını cezalandırmak istiyorlar. Fakat, Peygamber Efendimiz onlara mani oluyor ve başka şeyler de verip o adamı memnun ediyor. Sonra da ashabına dönüp şöyle buyuruyor: Benimle bu köylünün durumu kaçan bir deve ile sahibinin durumu gibidir. İnsanlar devenin peşinde koşmuş, hep beraber onu yakalamaya çalışmışlardır ama deve kalabalıktan daha çok ürkmüştür. Sonunda deve sahibi, “Devemi benimle başbaşa bırakın.” diye
seslenmiş; eline bir tomar ot alarak ona ön tarafından yavaş yavaş yaklaşmış ve sonuçta devesini sakinleştirerek boynuna zimamı vuruvermiştir. Eğer siz de o adamı bana bırakmasaydınız onu ateşe atmış olurdunuz. Benimle 3/6
ümmetimin arasına girmeyin, ashabımı bana bırakın.”
Bu hadisede de görüleceği üzere, Rahmet Peygamberi, kendisinden kaçanlara bile fevkalâde bir şefkat, bir mülayemet ve bir merhametle yaklaşıyor ve gönlünü herkese açık tutuyordu. Bugün de siz, O’na olan nisbetinizi korursanız, Al ah Rasûlü o nisbeti kendi eliyle koparmayacaktır. Fakat nisbeti siz koparırsanız, bu defa O da kopan o halkayı bağlayamaz. Çünkü, bu ilahî bir kanundur. Çünkü, bu ilahî bir kanundur. Al ah (cel e celâluhu), “Evfû bi ahdî ûfi bi ahdiküm - Siz, Bana verdiğiniz sözünüzde durun; Ben de ahdimi yerine getireyim.” (Bakara, 2/40) buyurmaktadır. “Adımını sen at; Ben onu karşılıksız bırakmam; sen hidayet üzere ol, Ben seni o yolda kimsesizliğe terk etmem.”
demektedir. Şayet bu, bir yönüyle Jean-Jacques Rousseau’nun içtimai mukavele üslubuyla ifade edeceğimiz, bir anlaşma, ilahi bir kural ve bir disiplin ise, bize o mukavelenin şartlarına riayet etmek düşer. Biz, bize düşen yanıyla o mukaveleyi bozmazsak, Al ah Teâlâ onu kat’iyen nakz etmez, Rasûlul ah da o anlaşmayı asla bozmaz..
29 Ekim 2016 Cumartesi
İhanet
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder