16 Ekim 2016 Pazar

Zübeyr Gündüzalp

Büyük doğumların ve iz bırakan hareketlerin temelinde Asr-ı Saadet’in iz düşümü denebilecek bir hayat tarzı vardır. Her dönemde insanlığa yeni ufuklar gösterenler, doya doya sıcak bir çorba yudumlayamayan, sırtlarına geçirecek bir palto bulamayan ve  dünya nimetlerinden kâm alma peşine kat’iyen takılmayan kimseler olmuşlardır. Fakat, onlar öyle beklentisiz ve o denli fedâkarâne yaşamışlardır ki, maddî fakirliklerine rağmen mana âleminin sultanları hâline gelmiş ve bütün mü’min gönül eri kendilerine taht yapmışlardır. Bediüzzaman hazretlerinin ilk talebeleri de o kıvamda insanlardır.
Onlardan birini ilk dinlediğim anı hiç unutamam: O günlerde Isparta’da ikamet eden Üstad Hazretleri, Doğu’ya bir talebesini göndermişti. O zat, halkın içinde bazı hakikatleri anlatırken, dizlerindeki yamaları göstermemek için, sırtındaki eski pardösünün etekleriyle onları kapamaya çalışıyordu. Anlattığı hakikatler de çok cazip gelmekle beraber, asıl onun kendi hâli, sadeliği, samimiyeti ve bir sahabe hayatı yaşaması bana çok tesir etmişti. Onu görünce, “Aradığım insanları şimdi buldum” demekten kendimi alamamıştım. Zaten, ondan sonra etrafa saçılan ışıktan tohumlar, o tohumlar üzerine bina edilen büyük kompleksler ve dünyanın yedi bucağında açılan okul ar hep bu “ilkler”in tesiriyle hasıl olan samimiyet zemininde ve onların izinden giden insanların gayretleriyle günyüzüne çıktı. İşte, sonraki nesil er için birer yâd-ı cemil olan bu kahramanlardan biri de Zübeyr Gündüzalp idi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder