Şefkat Peygamberi, hizmette önde olsa da hiç ücret beklememiş; “Sizin için şunu yaptım, bunu ettim” dememiştir. Ashabı için nasıl büyük bir nimet olduğunu ifade ettiği anlar bile sayılabilecek kadar azdır ve Huneyn ganimetlerinin dağıtımından sonraki konuşmasında olduğu gibi o türlü hatırlatmaları da bir problemin önünü 3/5
almak ve Ashabı teyakkuza davet etmek içindir. Bildiğiniz gibi, Huneyn’de elde edilen ganimetleri Al ah Rasûlü, daha ziyade gönül erini İslâm’a ısındırmak istediği insanlara dağıtmış ve bazı şahıslara hususiyet arz edecek şekilde paylar vermişti. Ancak bu taksim, Ensar’dan bilhassa gençleri biraz rahatsız etmişti. Hatta bazıları; “Daha onların kanı kılıçlarımızdan damlıyor, halbuki en fazla payı da onlar alıyor.” demişlerdi. Bunu söyleyenler birkaç genç de olsa, eğer bu fitne durdurulamazsa, önü alınamaz bir yangın haline gelebilir ve o yangın bazılarını ebedî ateşe sürükleyebilirdi. Çünkü, Al ah Rasûlü’ne karşı yapılacak bir itiraz, insanı dinden, imandan edebilir ve ebedî hasarete uğratabilir. Bunun üzerine, Efendimiz hemen Ensar’ın toplanmasını ve aralarına başka kimsenin de alınmamasını emretti. İşte orada kendisinin nasıl bir nimet olduğunu hatırlattı: “Ben geldiğimde, siz dalâlet içinde değil miydiniz? Allah, benimle sizi hidayete erdirmedi mi? Siz fakr u zarûret içinde kıvranmıyor muydunuz? Al ah, benim vesilemle sizi zenginleştirmedi mi? Siz, birbirinizle düşman değil miydiniz; Al ah, benimle sizin kalblerinizi telif etmedi mi?” Bütün bu sorular karşısında da Ensar topluca “Evet, evet, minnet Al ah’a ve Rasûlü’nedir!”
demiş ve hele “Herkes evine, deveyle, koyunla dönerken, siz evlerinize Rasûlul ah’la dönmek istemez misiniz?”
hitabını duyunca hepsi gözyaşına boğulmuşlardı. Böylece o fitnenin de önü alınmıştı.
Peygamber Efendimiz’in yaptığı iyilik, insanlara doğru yolu göstermek ve Cennet’i kazandırmaktır.. kâinatın çehresine nur saçıp varlığın doğru okunmasını sağlamaktır.. tekvînî emirlerin dilini çözüp te’vile ve yoruma hazır hâle getirmektir.. hayatın gâyesini öğreterek insanları kaostan kurtarmak ve kurtuluş
vesilelerini talim buyurmaktır.. beşerin geçeceği yol arı nurlandırmak ve onları ebedî saadete açılan koridora ulaştırmaktır. Rasûl-
ü Ekrem, insanlığa, hususîyle de kendi muasırlarına bunların hepsini, Allah’ın izniyle, bilvasıta lutfetmiştir ve karşılığında da asla “Ben size şunu yaptım, bunu ettim” dememiştir. Çünkü, Peygamber Rahmânî’dir; “yaptım, ettim, kurdum, eyledim” sözleri ise şeytânîdir. “Benim ilmim, benim tecrübem, benim gayretim ve benim başarım”
lafları şeytanın hırıltılarıdır. Kutlu Nebî, böyle şeyleri hayaline ve rüyasına bile misafir etmez; çünkü O, beklentilerden, hak iddialarından ve bedel arayışlarından uzak insandır.
Nitekim, Yüce Allah, Peygamber Efendimiz’e de, “De ki: Sizden bu hizmetim için hiçbir ücret istemiyorum, ücret sizin olsun! Benim ücretim yalnız Al ah’a aittir ve O, her şeye şahittir.” (Sebe’, 34/47) buyurarak, nübüvvetin ulvî ve ilâhî yönünü nazara vermiştir. Bu beklentisizliğin neticesidir ki, Allah Rasûlü, İslâm’ı tebliğden vazgeçmesi karşılığında kendisine sunulan Mekke’nin emirliği, saltanat, mal-mülk gibi cazip dünyevî teklifleri hiç
düşünmeden reddetmiş; “Ay’ı bir elime, güneşi de diğerine koysalar, val ahi ben bu vazifemden vazgeçmem.”
demiş; fanî şeylere değer vermemiş, üsve-i hasene olan nuranî ve rabbanî bir hayatı tercih etmiştir.
23 Ekim 2016 Pazar
Ücret
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder