Muvahhid bir mü’minin aklından başka kudret, kuvvet, güç ve servetler geçmemeli;
o, Cenab-ı Hakk’ın bitmez tükenmez hazineleriyle müstağni olmalıdır.
Bir menkıbede anlatıldığına göre; Harun Reşit, bazı özel günlerde halkına hediyeler dağıtırmış. Teb’asını 3/4
memnun etmeyi ve halkın gönlünü almayı, Rabbin rızasına bir vesile bilirmiş. Yine hediyeler verdiği bir gün, nedîmi ve doktoru Cafer Bermekî’nin, kapının yanında boynu bükük oturduğunu görmüş. Ona dönerek, “Caferim, sana da birşey vereyim. Herkese bir-iki altın verdim sana on tane vereyim.” diye seslenmiş. Bermekî, “İstemem Sultanım” demiş. Harun Reşit, el i-yüz, ne kadar altın teklif ederse etsin, Bermekî, “istemem” cevabını vermiş.Sonunda Sultan sormuş; “Be adam, peki sen ne istersin?” Cevap, bütün sadıkların duygu ve düşüncelerini
yansıtacak türden olmuş: “Seni isterim Sultanım, seni. Ben senin sevgine talibim. Sen benden razı olduktan sonra sarayın da, malın-mülkün de zaten benim demektir.”
Evet, makam-mansıp, mal-mülk, servet ü sâmân.. bunların hepsi fânî şeylerdir. İnsan bâkiye talip olmalıdır ki, bekâya mazhariyeti yakalasın. Bu mantık ve bu felsefeyle Al ah’a yönelmeli ve sadece Cenab-ı Hakk’ın
teveccühünü dilemelidir ki, ötelerde sonu olmayan en son nimete, “Ve rıdvanun minal ahi ekber = Hepsinden âlâsı ise, Al ah’ın kendilerinden razı olmasıdır.” (Tevbe, 9/72) beyan-ı ilahisiyle hedef gösterilen zirveye ulaşsın.
1 Kasım 2016 Salı
Harun Reşit
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder