Üstad’a göre, râbıta-ı mevtte hayale ve farz etmeye ihtiyaç yoktur; çünkü, haddizatında insan hakikat noktasında her an ölümü tatmakta ve ölümlere şahit olmaktadır. O, her çeşit mahlûkatta bir nevi kıyametin ve bir çeşit haşrin tekrarla vukua gelmekte olduğunu ve bunun büyük kıyametin vukuuna ve geleceğine işaret ettiğini söyler ve şöyle bir misal verir: Bir haftalık zamanı gösteren bir saate bakarsanız; o saatte saniyeleri, dakikaları, saatleri, günleri sayan ibreleri ve mil eri görürsünüz. Dikkat ederseniz, saniyeleri sayan ibre, dakikaları sayan ibrenin hareketini ihbar etmektedir. Dakikaları sayan ibre, saatleri sayan ibrenin hareketini bildirmektedir. Saatleri sayan ibre de, günleri gösteren ibrenin hareketini husule getirmekte ve göstermektedir. İşte, birincinin hareketinin tamam olması, ikincisinin de hareketinin tamam olacağına ve ikincinin tamam-ı hareket etmesi, üçüncünün de itmam-ı hareket edeceğine işarettir. Şayet, bu saati insan ömrüne tatbik edersek; ayları, seneleri ve eceli gösteren ibreler olduğunu da düşünürüz. Biz herbirimiz bir manada kendi ömür ibremizin üzerinde oturmaktayız. Öyleyse, her saniye, her dakika, her saat, her gün, her hafta, her ay ve her yıl bitiminde o zaman dilimlerine ait ibreler “tık” dediğinde bizim ömür ibremizin de “tık” demesi muhtemeldir. O an için ecelimizin “tık” sesini duymasak da alttaki ibrelerin hareketi her an biraz daha sona yaklaştığımızı göstermekte ve hakikat noktasında ölüm her saniye hükmünü icra etmektedir. Her “tık” sesi birinin ömür ibresinin sona ulaştığını haber verdiği gibi, aynı zamanda sıranın bize geldiğini de ihbar etmektedir. Söz gelmişken, Gönenli Mehmet Efendi’nin biraz da esprili şu mısralarını hatırlatmakta fayda var:
“Saatin zinciri bitince eylemez tık tık;
Vakt-i merhûnu gelince ruha derler çık çık!
Hakk’a kul uk eyle zira ,
Ahirette dinlemezler hınk mınk…”
Bediüzzaman hazretleri bu mülahazayı 23. Söz’de farklı bir üslupla seslendirir. Kendi ifadesiyle, bir vâkıa-i hayaliyede –siz hüsn-ü zannınızla o seyahati bir keşif olarak da değerlendirebilirsiniz– trenle bir tünelin içinde gitmektedir. Tünel ne zaman bitecek diye başını çıkarıp ileriye bakınca, tünel kapısı yerine pek çok delik görür. O uzun trenden, insanların birer birer o deliklere atıldıklarına şahit olur. Kendisi için ayrılan ve iki tarafında iki mezar taşı dikilmiş bulunan bir deliğe daha rastlar. Dikkat ve merakla bakınca, o mezar taşında, büyük harflerle
“Said” ismi yazılmış olduğunu fark eder. Bu seyahatini tabir eden Üstad hazretleri, o yolculuğun, âlem-i ervâhtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen ve ebedü’l-âbâd tarafına uzanan bir yolculuk olduğunu; o trenin zamanı, her bir vagonun bir yılı ve o tünelin ise dünya hayatını temsil ettiğini söyler.
Demek ki, biz de hayat treninde yol alıyoruz. Tren istasyona varmadan bizim de bir çukura atılma ihtimalimiz var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder