19 Kasım 2016 Cumartesi

Yoldakiler

ferdî enaniyet, cemaat enaniyetine inzimam edince kırılmaz bir hâl alıyor. Aslında herkesin malumu olduğu üzere eserlerde ‘ene(ben)’yi kırmak için ‘nahnu(biz)’ye müracaat etmek tavsiye ediliyor. Ama burada ‘nahnu’ de
işe yaramıyor. Onun için ‘nahnu’yü de aşıp ‘Hüve(O)’ye sarılmak gerektiğine inanıyorum. Zira, hepimizin sürekli
rehabilitasyona,  nasihata; bu ölçüleri zihnimizde canlı tutmaya ihtiyacımız var. Harun Reşid’in defalarca Fuzayl
ibni  Iyâz’ın  dizlerinin dibinde  hıçkıra  hıçkıra  ağladığını  biliyoruz  biz. Selâhaddîn-i  Eyyubi’nin  Izz  ibni Abdüsselâm’ın  dizlerinin dibine  kapanıp  ağlaması  da  az  değildir.  Ya  Zembil i’nin yanında  hıçkırıklara  boğulan
koca sultan Yavuz Selim’e ne demeli.
Evet,  ‘ve’l-muhlisûne  alâ  hatarin azîm’  deniliyor  hadiste.  Yani  “..İhlasa  erenlere  gelince, onlar  da  büyük  tehlike
içindedir.”  Menkıbe  kitaplarında anlatılır,  Hazreti  Musa  Cenab-ı  Hakka  diyor  ki:  “Ya Rabbi!  Hayret  ediyorum,
Sana gelmiş, ulaşmış insanlar nasıl oluyor da başka mülahazalara kapılıyorlar.” “Ya Musa” diyor Cenab-ı Hak; Onlar bana gelip ulaşanlar değil, yoldakiler.” Al ah hepimizi muhlisin basamağını da aşıp muhlas olan yani ihlasa
erdirilmişler zümresine ilhak eylesin.
Al âhümmec’alnâ  min  ibâdike’l-muhlisîne’l-muhlasîn el-veriîne’z-zâhidîn  el-mukarrabîne’r-râdîne’l-merdiyyîn es-
sâfîne’l-muhibbîne’l-mahbûbîn.
Amin Ya Rabbi!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder