ferdî enaniyet, cemaat enaniyetine inzimam edince kırılmaz bir hâl alıyor. Aslında herkesin malumu olduğu üzere eserlerde ‘ene(ben)’yi kırmak için ‘nahnu(biz)’ye müracaat etmek tavsiye ediliyor. Ama burada ‘nahnu’ de
işe yaramıyor. Onun için ‘nahnu’yü de aşıp ‘Hüve(O)’ye sarılmak gerektiğine inanıyorum. Zira, hepimizin sürekli
rehabilitasyona, nasihata; bu ölçüleri zihnimizde canlı tutmaya ihtiyacımız var. Harun Reşid’in defalarca Fuzayl
ibni Iyâz’ın dizlerinin dibinde hıçkıra hıçkıra ağladığını biliyoruz biz. Selâhaddîn-i Eyyubi’nin Izz ibni Abdüsselâm’ın dizlerinin dibine kapanıp ağlaması da az değildir. Ya Zembil i’nin yanında hıçkırıklara boğulan
koca sultan Yavuz Selim’e ne demeli.
Evet, ‘ve’l-muhlisûne alâ hatarin azîm’ deniliyor hadiste. Yani “..İhlasa erenlere gelince, onlar da büyük tehlike
içindedir.” Menkıbe kitaplarında anlatılır, Hazreti Musa Cenab-ı Hakka diyor ki: “Ya Rabbi! Hayret ediyorum,
Sana gelmiş, ulaşmış insanlar nasıl oluyor da başka mülahazalara kapılıyorlar.” “Ya Musa” diyor Cenab-ı Hak; Onlar bana gelip ulaşanlar değil, yoldakiler.” Al ah hepimizi muhlisin basamağını da aşıp muhlas olan yani ihlasa
erdirilmişler zümresine ilhak eylesin.
Al âhümmec’alnâ min ibâdike’l-muhlisîne’l-muhlasîn el-veriîne’z-zâhidîn el-mukarrabîne’r-râdîne’l-merdiyyîn es-
sâfîne’l-muhibbîne’l-mahbûbîn.
Amin Ya Rabbi!
19 Kasım 2016 Cumartesi
Yoldakiler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder